SUR AJANS- 9 Eylül’de açılması planlanan okullar, ‘zorunlu din dersi’ ve ‘anadilde eğitim’ tartışmalarını da beraberinde getiriyor.

Yeni eğitim ve öğretim yılı 9 Eylül’de başlayacak. Farklı halklardan milyonlarca çocuk, bu yıl da yeni eğitim ve öğretim yılını anadilde eğitim alamadan karşılıyor. Yine sayısı arttırılan ve haftada 16 saate çıkarılan zorunlu din dersleri çocuklar için zulüm aracı olurken, 22 yıllık AKP iktidarı döneminde eğitim sistemini siyasal-ideolojik çizgisi ve dini-kültürel ihtiyaçları doğrultusunda biçimlendirme hedefinin son örneği olan ÇEDES projesi ile toplumun siyasal İslam ideolojisi doğrultusunda dönüştürülmesi hamlesinin bu eğitim yılında da hız kesmeden devam edeceği belirtiliyor.

Türkiye’deki eğitim ve öğretimin niteliği AKP ve MHP iktidarı blokunun izdüşümü olarak varlığını koruyor. Siyasi, idari ve toplumsal anlamda çürümüşlüğün belki de kendisini en fazla hissettirdiği alanların başında maalesef Türkiye’deki eğitim politikaları geliyor. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana kendisini tekçi, mezhepçi ve cinsiyetçi kodlarla inşa eden ancak evrensel değerlerle büyümeye ve yoluna devam etmesi gereken eğitim politikaları maalesef AKP ve MHP iktidarı döneminde daha fazla gericileşmiş, bilimsellikten uzak, demokratik temayüllerden uzak ve daha fazla eril bir tarzda bütün toplumsal sorunların merkezini oluşturuyor.

Eğitim sisteminin kendisi bir asimilasyon sistemi

Cumhuriyetin kuruluşundan beri bu ülkedeki eğitim sistemi Türk/Müslüman olmayan bütün halkların asimilasyonu ve o halkların çocuklarının kendilerine dönük yabancılaşma sürecinin bir sonucu olarak geldi. Eğitim sistemini güçlendirmek için hazırlanan müfredatlar ya da AKP döneminde uygulanan 4+4+4 sistemi gibi bütün uygulamalar asimilasyon, Türklük/Müslümanlık dışında kalmış bütün halkların asimile edildiği yabancılaştığı bir sürece hizmet eden kurumsallaşmalar olarak bugüne kadar kendisini getirdi. Bireyin ve çocuğun kendi özüyle ilgili bütün hakikat olgusunun dışında yabancılaşmasını dayatan bu tekçi ve asimilasyoncu süreç toplumun bütününü mağdur eden bir süreç olarak varlığını koruyor.

Zorunlu din dersleri

Türkiye’de din dersi, 1928’den 1940’ların sonuna kadar müfredata dahil edilmemiş, sonrasında ise seçmeli bir ders olarak öğrencilere sunulmuştu. Ancak 12 Eylül Darbesi’nden sonra zorunlu hale getirilen Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersine, 2012’den itibaren “Kur’an-ı Kerim”, “Hz. Muhammed’in Hayatı” ve “Temel Dini Bilgiler” seçmeli dersleri de ilave edildi.

Din derslerinin içeriğinin Sünni İslam ağırlıklı olması sonucu uzun yıllar boyunca toplumun farklı kesimlerinden itirazlar yükseldi. Söz konusu ders içerikleri yerel ve uluslararası mahkemelerce de yasalara aykırı bulundu. Fakat Millî Eğitim Bakanlığı, din derslerinin tek bir dine yönelen ders olmadığını savunsa da veliler, bir bütün olarak din derslerinin müfredattan kaldırılması yönündeki talebini sürdürüyor.

Din derslerinde iktidarın aile modeli öğretiliyor!

Okullardaki din eğitimi için hazırlanan kitaplar ise tartışmaların önemli bir kısmını oluşturuyor. Diğer inançları öteleyen, kadını aşağılayan anlatım ve görsellerin yer aldığı kitaplardaki aile yapısı da AKP’nin istediği ‘aile modeli’ olarak yorumlanıyor.

Zorunlu din derslerine dönük mahkeme kararları!

Aileler, çocuklarının din dersinden muaf tutulması ya da söz konusu derslerin tümden kaldırılması yönünde defalarca kez mahkemeye başvurdu. Zorunlu din dayatmasının hukuksuz olduğu yönünde mücadele veren eğitim sendikaları da birçok kez adliyelerin kapısını çaldı. Nihai karar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından, 2014 yılında çıktı.

AİHM, Türkiye hükûmetinden “Zaman geçirmeden öğrencilerin zorunlu din ve ahlak kültürü derslerinden muaf tutulmalarını da sağlayacak yeni bir sisteme geçmesini” belirterek zorunlu din dersine karşı olmamakla birlikte, din dersinin içeriğini göz önünde bulundurarak zorunlu bir biçimde verilemeyeceğine hükmetti. Ancak mahkeme kararları tanınmadı, din eğitimi daha da yoğun bir şekilde öğrencilere dayatıldı.

Diyarbakır’da yoğun ilgi gören açılış Diyarbakır’da yoğun ilgi gören açılış

Zorunlu din dersi dayatması ulusal ve uluslararası mahkemelerde alınan kararlara karşın sürüyor. Yürütülen kampanyalar ve hak talepleri on yıllardır görmezlikten gelinirken, AKP döneminde ‘dinselleştirilmiş’ eğitim modeline geçildi. Bunun sonucu olarak da Alevi öğrenciler nefret diline ve ayrımcılığa maruz kaldı, kalmaya devam ediyor.

Müfredatın bir bütün olarak dinselleştiğini belirten eğitimciler ve eğitim sendikalarının yanı sıra Alevi yurttaşlar da çocuklarının din derslerinin zorunlu olmasına karşı çıkıyorlar.

Anadilde eğitim talebi

Özelikle Kürtçe anadilde eğitim önündeki engeller ülkedeki milyonlarca Kürt’ün temel meselesi. Kürtçenin lehçeleri  “Yaşayan Dil ve Lehçeler” adı altında ortaokullarda seçmeli ders olarak okutulsa da, bu konuda da öğrencilere sınırlamalar getiriliyor ya da derslerin verilmesi yine engelleniyor.

Anadilde eğitim-öğretimden yoksun bırakılan halklar, bugüne kadar bu taleplerinden hiç vazgeçmedi. Ulus devletlerin “resmi” dil dayatması ile dünyada 6 bine yakın dilin yok olduğu belirtiliyor. Türkiye’de bu dayatmayla 3 dil yok oldu;15 dilinde yok olmayla yüz yüze kaldığı biliniyor. Anadilde eğitim talebini en güçlü Kürtler dile getiriyor; bununla birlikte farklı etnik gruplar da anadilde eğitim istiyor. Ancak devlet yasak kararında ısrarlı.

ÇEDES Projesi yeni eğitim yılında da ilk gündem

Kamuoyunda büyük tepki çeken “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum” (ÇEDES) adı altında okullara imam atanması projesi, eğitimin daha da dinselleştirilmesi tartışmalarını alevlendirdi. Öğrencilerin adeta Diyanet’e tesliminin önünü açan proje kapsamında birçok kentte, “manevi danışman” adı altında imam, müezzin ve vaiz gibi din hizmetlerinde çalışan kişiler atandı.

Türkiye’nin dört bir yanında ilkokul ve ortaokul öğrencileri bir yandan ÇEDES kapsamında sabah namazına camilere götürülürken, Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullar ve pansiyonlarda öğrencilere yönelik dini programlar düzenlenmesi için devletin bütün kurumları elindeki bütün olanakları seferber ettiği kamuoyuna yansıdı.

ÇEDES projesi adı altında okullarda imam, vaiz ve din görevlileri ‘manevi danışman’ ve ‘öğretici’ adı altında etkinliklere katılırken, öğrenciler camilere götürülmeye, imamlar okullarda ‘konferans’ vermeye devam etmektedir. Çocukları ve toplumu ‘tek din, tek mezhep’ anlayışı üzerinden ‘tek tip’ hale getirmeye çalışma girişimlerinin bu 2024-2025 eğitim öğretim yılında da katmerleşerek artacağı öngörülüyor.

Kaynak: PİRHA