2.Dünya Savaşında Hitler yönetimindeki Alman Ordusu Polonya’yı 1 Eylül 1939 tarihinde işgal etmişti. Bu tarih tüm dünyada Barış Günü olarak kabul görmüş ve çeşitli aktivitelerle savaşın karanlık ve kirli yüzü hatırlanmaya çalışılmıştır. Birleşmiş Milletler 1981 yılında aldığı bir kararla BM Genel Kurulu’nun açılış günü olan Eylül ayının üçüncü salı gününü Uluslararası Barış Günü olarak ilan etmişse de 1 Eylül özelliğini korumaya devam etmiştir.
Barış deyince akla birçok kavram gelir. Ama her nedense akla gelen tüm çağrışımlar savaşla ilgilidir. Yani bir şeyin karşıtını hayal ederek gerçek kavramı kafamızda canlandırırız. Çünkü dünya var olalı yeryüzünde savaşlar her zaman gündemdeki yerini korumuş ve barış bir özlem objesi olarak hayallerimizde yer almaya devam etmiştir. Çocuklara Barış adının en sık konulduğu zamanlar, barışa özlemin en çok kabardığı yani savaşın zirve yaptığı zamanlar olmuştur. Tabi bir de savaş ortamının çocuğu manasına gelen Savaş isimleri de.
Barış kavramının içini de boşalttık maalesef. Herkese göre bir barış tanımı ve bu kavrama yüklenen anlamlar ortaya çıkmıştır. Adını barış koyduğumuz savaşlar yapmaya başladık. Bir yerlerdeki savaşı reddederken, karşı çıkarken çoğu zaman burnunu dibindekini görmek istemiyoruz nedense. İnsan öldürmeye giderken kendinden geçer oldu birileri. Kameralar önünde infazlar gerçekleştirip yayınlayanları gördük. Savaşı en kirli yüzüyle kutsayanlar oldu, din, milliyet, idealler diyerek. Oysa gerçek sebepler paylaşımı idi sofradaki garibanın ekmeğini, alın terini. Yaşamını ise istatistiki verilerde bir rakam olarak kullanacaklardı.
'Barışı savunmak, dile getirmek bile hep suç görüldü. Darbe dönemlerinde barış derneklerine, yayınlanan barış bildirilerine nice davalar açıldı ve ilgilileri yargılandı. Bugün de ne yazık ki değişen pek bir şeyler yok. Savaş ve şiddet karşıtı kampanyalar aynı tepkilerle karşılaşıyor. Kayıp evlatlarını arayan cumartesi annelerine, adalet arayıp ta bir türlü bulamayan Şenyaşar ailesine neler reva görülmüyor ki? Kırk yıl hiç kapısını kapatmayıp gelecek olan oğlunu beklerken ölen Taybet Ana hafızalarımızda iken bugünkü tablolar nasıl acaba?
Evet en fazla da toplumsal barışı tükettik.'
Barışın şarkılarını türkülerini de seslendirmiş, şiirlerini, romanlarını da yazmış insanoğlu. Rus Yazar Tolstoy “Savaş ve Barış” adlı efsanevi romanında kudretli Napolyon komutasındaki Fransız ordusunun Çarlık Rusya’yı işgali dönemindeki dramları kaleme almıştır. Savaşın en zor zamanlarında bile aşkını, sevgiyi ve barışa özlemi unutmayan Prens Andrey’i romanına kahraman eden “Savaş ve Barış” romanı yazarımız bir asır sonra adliye binasında oğlunun kemikleri bir bez torba içerisinde kucağına verilen babanın fotoğrafını görseydi ona nasıl bir rol biçerdi acaba? Ya da yazabilir miydi acaba? Ne yazık ki söz konusu fotoğraf Gülşen için gösterilen tepki kadar bir değeri ifade etmedi anlaşılan.
Dünyanın birçok bölgesinde ve coğrafyamızda süren savaşların gölgesinde yine geldi 1 Eylül. Her şeye rağmen barışı dillendirmeye ve savunmaya devam etmeli insanlık. İnsan hak ve özgürlükleri ancak barışın tesis edildiği bir ortamda yaşatılır. Kandan, savaşlardan, acılardan medet umanlara inat 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde barışı haykırmaya devam edecek barışı ve insanlığı ve yaşamı savunanlar.