Günlerdir akşamları sokaklardayım. İnsanların bayram telâşını izliyorum, koşuşturmalarını. Giyim, takı gibi kişisel ihtiyaçlar için tezgâh açan, coğrafi renkler harmonisi olan işportacılar ve müşterilerini izliyorum. Tezgahların çoğunluğunda eşyalar ikinci el. Büyük bir AVM’nin karşısına, zabıtanın gündüz izin vermediği ancak akşam saatleri açılan bir pazar. Avrupa ülkelerindeki gibi az kullanılmış kaliteli, temiz ürünlerden söz etmiyorum. Az gelirli, hiç gelirli insanların, bir şeyler alabileceği, eskilerin bit pazarı dediği türden pazarlar, şu an ülkenin pek çok ilinde olduğu gibi Bursa’da da çok sayıda var.
Yakasında, yaka kiri dediğimiz cinsten kirli, beyaz bir elbise annesi tarafından otuz liraya alındığında, o genç kızın sevinci içimi burktu. İkinci el deniyor bu kıyafetlere ki, kim bilir kaçıncı el... Elbisenin taşıdığı anılardan tek iz göğsündeki kahve lekesi. Muhtemeldir ikinci el pazarına düşmesine neden olan da bu leke. Leke deyip geçmeyin sakın! İnsanı eşyadan, insanı insandan eder leke denilen öge ki, yapışmaya görsün. Eşyanın atılma, insanınsa aforoz nedenidir leke! Takı kutusu diye satışa elli liradan sunulmuş, bildiğimiz alyans kutusu ve oldukça eski. Morumsu bir solgunluk vardı yüzünde, kutunun. Yaşıyorlar mı acaba bu kutunun içindeki alyansları takanlar, seviyorlar mı birbirlerini hâlâ... İşlemelere kaç yılın kiri, pası sinmiş. Yüzükleri takanlar eskimeden kalmış olamazlar, onlarda eskimiş olmalı. Çevredeki insanların yüzlerine bakıyorum. Bilmem kaçıncı el eşyaları kapış kapış almaya çalışıyorlar. Bayram sevinci oluyor çocuklara, birileri için eskiyen eşyalar. Çantalar solgun da olsa renkli. İçleriyse ne büyük hayaller ne de kocaman umutlar taşıyacak kadar geniş değil. Küçük sevinçlerinse, istisnasız anlık olanları sığar. Bazı babalar yirmi liraya da kendine pantolon alıyor tezgahlardan. Bir çocuk iki defa seviniyor, çünkü babasının da bayramlığı oldu. Ellerini çırpan çocuğa göz kırpıyorum. Bir anne, pırıltılı bir bulüzü üzerine tutuyor. Sağını solunu sıvazlıyor bulüzün ve üzerindeymiş gibi düşünmeye çalıştığı anlaşılıyor. Yıllar, çizgiler halinde hüznünler bırakmış asık yüzüne, Ama gözlerinde yaramaz bir kız çocuğu koşuyor kadının. Pembe pullu bulüzü kalabalığa aldırmadan üzerine bir daha tutuyor. Yanındaki genç kadın sanki utanıyor gibi, tezgahlara değil AVM’nin yüksek camlarına bakıyor ve hadi anne diye tekrarlıyor sürekli. Annesi ne kızına ne de kimseye aldırıyor. Etrafına bakınıyor, ayna aradığını anlıyorum. Oturduğum banktan kalkmadan ayna oluyorum ona. Sesim kalabalığı yarıp kulağına ulaşmış olmalı ki bana bakıyor, “ gerçekten mi, yakıştı mı ?” diyor. Kulağına çarpan harika oldu, cümle mi teyit etmek istercesine ısrarla bana bakmaya devam ediyor. Mantosunun üzerinden bedenine sıkıca yapıştırdığı bulüzü yönünü iyice bana dönerek gösteriyor. Parmaklarımla “mis gibi” işareti yapıyorum. Telaşla, otuz lira ödüyor. Başkası kapmasın diye sıkı sıkı tuttuğu bulüzü poşetine atıyor. Arkasına birkaç defa döndü, sözsüz konuştuk. İlk defa, pembe ve pullu bir bulüzü olduğunu anlattı bakışları. Elli yaşlarında küçük bir kız çocuğunun sevincini paylaştım ve galiba pembeden artık nefret etmeyeceğim, sevemesem de... Küçücük sevinçleri ömrün sonbaharında ancak yaşayabilen insanlar, daha ömrün ilk baharında çocuklar, ömrünün yazında gençler ikinci elden aldıkları sevinçleri birinci elden yaşadılar. Gözlerimle gördüm. On lirası, beş lirası çıkışmadığı için elbise alamadığından çocuğundan utanan anne ve babaları da gördüm. İşte ömrün kışı! Dilimin ucunda intihar etti bildiğim tüm küfürler. Sisteme, bize, ona, buna, şuna hangimize küfretsem, bilemedim! Maslow mezarında ters döndü mü acaba! Çünkü İhtiyaçlar hiyerarşisi alabora oldu! Kendini gerçekleştirmek ne kadar uzak pek çok insan için. Beslenme ve barınma telaşı bütün yaşamını kuşatmışken insanların, elbette kendini de ikinci el yaşıyor çoğu insan. Ebeveynlerden kalan kalıplarla uygun karakterler edinip hayatta kalma mücadelesi vermekten öteye gidilemeyen günler döngüsünde ömür tüketerek. Elinde olan minik olanakları kaybetmekten korkarak süren bir hayat ne kadar yaşamak olur ki! Kitap okuyacak, sinema, resim gibi sanat dalları ile ilgilenecekler bu insanlar öyle mi? Caddelerde onlu yaşlarda erkek ve kız çocuklar araba camları silerek para kazanmaya çalışıyor. Ama onlar, oralı, şuralı, buralı diyenleri duyar gibiyim. Hayır onlar çocuk! Ayrıca, günlerdir zihnimin kadrajına takılan insanların çoğu yurdum insanı... Her şey eskiyor, herkes eskitiyor nesneleri ve birbirini. Bedenler eskiyor, duygular eskiyor, sevgiler, nefretler hâttâ acılar bile eskiyor. Nesneyi hor kullanan insan ve özenle kullanan insanın farkını bilmem kaçıncı el eşyaların tezgahlarında gördüm. Bir başkasına sevinç olarak geri dönüşüme girdiler. Telafisi olmayansa duygular. Yıpranan bir duygunun geri dönüşmesi olanaksıza yakın. Kırk yerinden yamasa insan üzerine olmuyor artık. Mış gibiler deveran ediyor yaşamında ve seviyormuş gibi, yaşıyormuş gibi, yaşam enerjin varmış gibi, ikinci el bile olmayan bildiğin çakma duygular eşliğinde yaşam sinemasında rol kesmeye devam ediyoruz. Bu veriyi insanla çarptığımızda elde kalan yıpranmış insan. Ne kadar yorgun ve solgun yüzler, tıpkı bu pazardaki eşyalar gibi. Üstelik yaş fark etmeksizin. Gülüşleri kırgın insanlar, hayat kavgasından yorgun insanlar, birbirinden yorulmuş insanlar... Gardı ise sert duruş olan kadın ve erkekler! Mutsuz insanlar ülkesinde yaşıyoruz. İkinci el hayatlar yaşayan bu insanlar ikinci el pazarlarında sevinçler üretirken, mutluluk oyunu oynayan diğerleri de poly anna ile kapı komşu, camdan saraylarında kör ebe oynuyorlar. Tıklım tıklım kapalı ve açık çarşılar, AVMler Pazar yerleri, akşam işportaları... Sınıf farkının tokat gibi yüzde şakladığı, akın akın insanlar! Kimileri varlığın kimileri yokluğun kölesi sanki... Bagajlara sığmayan ünlü (!) markaların poşetleri ve içleri görünen, yoksulluğu şeffaflaştıran incecik cılız poşetler ve içlerinde taşınan solgun renkli sevinçler. Avaz avaz bağırasım geldi; haydi gel yurttaş, ucuz sevinçlerim var bedavadan biraz pahalı! Belki de bağırdım, bilmiyorum. Bayram herkes için aynı şeyi ifade etmiyor, bir şey ifade eden insanlar için ise özel. Bayram da hiyerarşik piramitte yaşanıyor ülkemizde. Zengin ve yoksulun bayramı arasında tüketim çılgınlığı ve tükeniş çığlığı gibi açık ara bir fark var. Derme çatma bir bayramı, elden düşme bayramlıklarla karşıladı büyük bir kesim. Cevizin tanesinin on liraya satıldığı çoğumuzun malumu. Devralınmış kültüründe baklavasız bayram olmayan insanlarımız, emeklilerimiz, işçilerimiz, çocuklara bayram harçlığı vermek olmazsa olmazı olan büyüklerimizin bazıları kimselere görünmemek için perdelerini akşamdan kapattılar. Yok taklidi yapacaklar utançlarından, bu ülkede yok sayılan sayısız insan gibi yokluklarının ardına saklanacaklar. Sahi, sizin bayramınız kaçıncı el?