Haber: Ali Abbas Yılmaz
AMED TV’de M. Abdurrahim Kılıç’ın sunduğu “Her Telden” programına katılan yazar Metin Aydın, Red Yayınevi etiketiyle okuyucuyla buluşan “Bu bir söyleşi kitabıdır” eseri üzerine yaşadığımız topraklarda zor koşullarda üretimleri yapılan edebi ve sanatsal değerlerin sahiplenilmesi çağrısı yaparken, birlikte yaşam kültürünün hâkim kılınması anlamında farklılıklara saygının öneminin altını çizdi. Aydın, farklı disiplinlerden ve görüşlerden 55 yazarla yapılan söyleşilerden oluşan kitabının; diyalog, empati ve farklı renklere saygının bir örneği olduğuna işaret etti.
“İdeolojik, kültürel, dünyaya bakış anlamında çok farklı yerlerde bulunan bu arkadaşlarımız, bu kitapta bir araya gelerek sanki büyük resmi tamamlıyor. Bir nevi gökkuşağına benzeyen, diğerini yadsımayan… Söyleşilerdeki isimlerin aslında birbirlerinin kardeşi olduklarına, birbirleriyle muhabbet edebileceklerine çok yakın bir şekilde temas ettim.” sözleriyle farklılıklara saygı ve bir arada yaşama yeteneğine vurgu yapıyor Aydın.
Yazar Metin Aydın, AMED TV’den M. Abdurrahim Kılıç’ın sunduğu “Her Telden” programına katıldı. Aydın, “Bu bir söyleşi kitabıdır” adlı yeni eserine ilişkin Kılıç’ın sorularını yanıtladı.
‘Nasıl ben ‘ben’ olabilirim?’
Söyleşi kitabında yer alan ve farklı disiplinlerden 55 sanatçı ve yazarın her birinin kendi alanında yetkin isimler olduğuna işaret eden Metin Aydın, söyleşilere nereden başladığına ilişkin şunları söyledi:
“Yıllar önce Diyarbakır’da gazetecilik serüvenim başladı. Bir gazete kurayım dedim, olmadı. Başka bir şeye bulaşayım dedim, o da olmadı. Hazırda mevcut gazeteler vardı ve gazetelere söyleşiler yapabilir miyim diye gittim. O dönem ilk karşıma çıkan, dergicilik deneyimim sırasında tanıdığım İhsan (İhsan Fikret Biçiçi) Bey’di. Kendisiyle söyleşi yapacağımı söyledim. Sağ olsun bu konuda destek verdi. Ve oradan yola çıktım. Tür olarak söyleşiyi öne çıkarma sebebim, deneme türünde yazdığım yazılarla kurduğum ilişkiden bağımsız değildi. Bu toplumun, içinde yaşadığımız coğrafyanın iç dinamikleriyle ilgili naçizane kafamda dert ettiğim problemleri, en başta kendimden başlayarak, ‘Ben kendimi nasıl oldurabilirim? Nasıl ben ‘ben’ olabilirim?’ gibi sorular yönelterek cevaplar bulmaya çalıştım. Okuduğum kitaplar bana şunu söyletti: ‘Eğer kendini bu coğrafyada ya da dünyada bir birey olarak var etmek istiyorsan, aydınlanmacı bir bakış açısıyla, farklı disiplinlerden beslenerek, doğruyu dosdoğru söyleme becerisine vakıf olman mümkün.’ diyerek bir yola çıktım. Bu söyleşiler bana bir yerde kendilerini ‘sundu’ ayrıca. Nasıl bir sunum bu? Çoğu söyleşi yaptığım isimler, hayata dair bir derdi olan insanlar… Bu sanatçılar, aydınlar, yazarlar benimle bu can alıcı noktada buluştu. Ben onların dimağlarına, dünyaya bakış açılarına, bir yerde ayna tutmaya gayret ettim. Buradaki ‘ayna” kendisiyle söyleşi yaptığım insanların uğraş alanlarından azade bir şey değildi. Bu ayna, aydınlanmacı bir yerden neşet ediyordu. Bu insanlar okuyor, düşünüyor, yazıyor ama nedense, özellikle içinde yaşadıkları coğrafyada hak ettikleri yerde istedikleri gibi temsil edilemiyordu. Bu benim canımı fena halde yakan bir şey.”
‘Kadınların tanrısal bir gücü var’
Kitapta kadın yazarların daha az olmasına dair de Aydın şunları söyledi:
“Coğrafya, içinde yaşadığı insanların temsiliyeti noktasında, kendilerinin de gayretiyle şekillenen ve yaşadıkları ortamın dayattığı şeyler; yani somut koşulların somut tahlili! Kadın yazar diye tarif ettiğimiz şey, erkek egemen bir toplumda, her ne kadar böyle özgürlükçü temalarla ortaya çıksa da, son tahlilde hepimiz (kadın, erkek), şu ya da bu şekilde ataerkil söylemi hâkim kılma telaşındayız. Kadın bütün bu zorluklara rağmen, zaten fiziksel olarak yaratıcı kendisi; Tanrısal bir gücü var… O yetmiyor, ekstradan üretiyor. Bu arkadaşlarım kendilerini ziyadesiyle geliştiren güçlü karakterde insanlar. Nereden neşet ediyor bu, nasıl bunu başarıyorlar bunu aklım almıyor. Hele evli olan arkadaşlarımız… Hem evli olacak, çoluk çocuğu olacak, hem bu yetmeyecek, sen bir eser de doğuracaksın. Evet, ama az. Bu azlığın sebebi, kamusal alandaki egemenlik mücadelesinde yatıyor…”
‘Kiminle ne yaptıysam önce kendim için yaptım’
20 yılı aşkın bir zamanı kapsayan söyleşi kitabının oluşumu sırasında söyleşilerde dile getirilen fikirlerin değişim, dönüşümleri, o günkü dünya ile bugünkü dünya arasındaki farklara ilişkin ise Aydın şu ifadeleri kullandı:
“Söyleşilerin kitaplaştırılma evresinde görüştüğüm arkadaşlarımdan kimileri, ‘ya biz bu söyleşiyi yapmamış saysak, yeniden yapsak” dedi. Bir de ben bu söyleşileri yaptığım dönemlerde, bilinen, hatırı sayılır bir yazar dostumuz Kızıltepe’de misafirimizdi, bana aynen şunları dedi; ‘Ne yapmaya çalışıyorsun? Herkesi yazar, sanatçı, aydın mı yapacaksın?’ O sıralar pek görünür olmayan söyleşi yaptığım kimi isimlere dair, ‘ben öyle biri değilim, benim öyle bir gücüm de yok.’ demiştim. ‘Hayır! Sen herkese bir şeyler yazdırmaya çalışıyorsun!’ diye kızmıştı. Ben kiminle söyleşi yaptıysam önce kendim için yaptım. Yazar Suzan Samancı, Dilbilimci yazar Mustafa Aydoğan ve daha birçok kişiyle ahbaplık kurdum. Hayrullah Acar gibi dil uzmanı, çevirmen bir insanla muhabbetim var... Şener Özmen gibi işinin ehli bir dostunuz var. Böyle renkli ve nitelikli bir entelektüel ortamdasınız... Böylesi güzel dostluklar, bana kendimi iyi hissettiriyor, ne yalan. Bu insanlarla aynı şeyi düşünmesek de bu böyle. Tabiri caizse, 5 benzemez değil 55 benzemez insanla söyleştim. Bu söyleşiyi yaptığımız arkadaşlarımızın çoğu çeşitli yerlerde yaşıyor… İsveç’te, İngiltere’de, Almanya’da ve Türkiye’nin birçok yerine dağılmış durumdalar. Bu 55 yazar, sanatçı ve aydının yer aldığı bu kitap sahiplenmeyi hak ediyor. Bu kitap sadece benim tek değil çünkü. Ben bu kitabı onlarla birlikte oldurttum. Söyleşiye ön söz yazan sevgili Hekim Bayındır hocamızın çok güzel bir tespiti var: ‘Bu kitap bir coğrafyanın düşünsel panoramasını ifade ediyor.’ Çok yerinde bir tespit. İdeolojik, kültürel, dünyaya bakış anlamında çok farklı yerlerde bulunan bu arkadaşlarımız, bu kitapta bir araya gelerek büyük resmi tamamlıyor. Bir nevi gökkuşağına benzeyen, bir diğerini yadsımayan… Söyleşilerdeki isimlerin aslında birbirlerinin ‘kardeşi’ olduklarına, birbirleriyle muhabbet edebileceklerine çok yakın bir şekilde temas ettim. Bunların çoğuyla ortak paydada buluşan kişi olduğum için böyle olduğunu biliyorum. Söyleşileri iptal ettiğimiz durumlar oldu kimiyle… Bir sene bekleyen, sonra tekrar geri döndüğümüz söyleşiler oldu... Kavga dövüş, hatta paldır küldür söyleşiler de var… Benim için tatlı ve netameli süreçti yani. Tek tek söyleşiler için şunu söylemek isterim: Bu kitaptaki her bir söyleşi birer kitap ağırlığında.”
‘Bu kitap şunu söylüyor, sen bir canlısın’
Kitaptaki 55 söyleşi arasında bulunan Abdurrahim Kılıç, söz konusu eserin alanında dünyada tek olduğuna vurgu yaparken, bu çalışmanın, “zamanın tutanağı” olduğunu belirtti. Yazar Aydın ise 20 yıldan bu yana gelişen süreç üzerine şunları söyledi:
“Şair Aydın Alp’ın kitaba dair söylediği şu ifade çok hoşuma gitti, ‘Bu kitabı edebiyata, sanata, düşünmeye merak salan kişiler çok sevecek. Bu kitabı onlara vermek lazım.’ Bir adım daha ileri gidip; bu kitap üzerine akademik anlamda çalışılmalar yapılması gerektiği kanaatindeyim. Edebiyatta antoloji diye bir kavram var… Hikâye, şiir, şunu bunu topluyorlar, haberdarım. Ancak burada sanırım bize özgü bir şey çıktı. Nereye oturduğunu tam bilmiyorum ama tek bildiğim bir şey; çok aktif durumda olmayan iç dinamiklerimizi, disiplinler arası ilişkileri harekete geçirecek bir literatüre kavlince kapı aralayacağı kanaati var bende. Şahsen kendi öğrenme becerimi farklılıklardan aldığım feyzle, yani, ‘Her renge karış ama asla renk verme’ diskuruna borçluyum… Şimdi bu kitap her rengin karıştığı bir kitap ama şöyle küçük bir leke olsun renk vermiyor... Her biri nevi şahsına münhasır insanlarımız, isimlerimiz ve takdir edilmeyi, sevilmeyi, okunmayı, izlenmeyi hak ediyorlar... Neden böyle düşündüğümü açmam gerekecek: Sanki bile isteye birileri bu isimler görünmesin, tanınmasın, anlaşılmasın gayretinde çünkü. Ve iyinin müşterisi yok bizde. İyi olarak imlediğim şey; söylediklerimizden, kavramlarımızdan, dert ettiklerimizden vücuda geliyor… 20 yıl önce söyleşi yaptığım insan şimdi farklı formlarda devinim içinde; kendini dönüştürerek, başka bir yere gidiyor. Bu kitap tastamam şunu söylüyor: Sizler değişip dönüşen birer canlısınız; bunu idrak edin mesajını veriyor.”
‘Söyleşi yaptığım isimler birbirlerini tanımıyor!’
Metin Aydın, söyleşi yaptığı yazar, sanatçı ve aydınlara baktığı yerden şöyle bir değerlendirme yapıyor: “Yazıp üretenlerin ‘arıza’ hâlleri herkesin malumu. Çoğu hassas bir karaktere sahip… Bu isimlerin çoğunu tanıyorum. Kitabı çıkarma süresinde bu hassasiyeti önemle gözettim. Kitabımız çıktığında da kendi kitapları çıkmış gibi sevinenler oldu. Bu da kurduğum ilişki dilinin başarılı olduğuna delalet. Aslını isterseniz, kitapta bir tanışma hasıl oldu. Söyleşi yaptığım isimlerin çoğu birbirlerini tanımıyorlardı. Birbirlerini bilmesine biliyorlar, ama tanımıyorlardı! Misal yazar Şeyhmus Diken; herkes onu bir şekilde biliyor, ama kimse onu tanımıyor. Ya da tanımak istemiyor! Hülasa, herkes her şeyi dosdoğru söylemiyor; söylemek de işine gelmiyor. Bu söyleşi yaptığım isimler, kitabın bütününde, söylenmesi gerekenleri apaçık söyledi. Hem kendi haklarında hem de diğer isimler hakkında. Bu kitap farklılıklarımızı birer zenginlik olarak görüyor çünkü. Bizler aynı şeyleri düşünmek zorunda da değiliz. Birbirimizi sevmek zorunda olmadığımız gibi. Ancak yaptıklarımız, üretimlerimiz ve yaşam biçimlerimiz noktasında saygıda kusur etmemeliyiz.”
‘Umarım bütün bu zorluklar edebi üretim olarak bize geri döner’
Metin Aydın, söyleşinin sonunda,
“Bu Bir Söyleşi Kitabıdır” adını verdiği kitabında, bu topraklarda yazar, aydın ve sanatçı olmanın zorluklarına değindi: “Bu söyleşi kitabına ne gereğinden fazla anlam vehmetmek ne de görmezden gelmek gerekiyor. Bu yazarların tümü bu coğrafyada büyük zorluklara rağmen, özellikle edebiyat ve düşünce alanında kendini var etmeye çalışan insanlar. Bunun ağır bir bedelinin olduğunu lütfen kimse unutmasın. Bu ağır bedelin altında ekonomik sıkıntı, sürgünler ve daha bir sürü şey var. Yazar Mustafa Aydoğan’ın yerinde ifadesiyle; ‘Ana dilinizde üretim yapıyorsanız, zorluğunu artık siz düşünün!’ Umarım bütün bu zorluklar edebi üretim olarak bize geri döner" ifadelerini kullandı.