Gündem

Dicle Üniversitesi Hastanesi’nde skandal tutum: ‘Çukurdayız!’

Dicle Üniversitesi Hastanesi’nde skandal tutum... Hepimiz bu çukurun içindeyiz. Öfke ile yapılan yanlış ve eksik bir tetkik, bir canın yaşamına mal olabilir.

Arif Bulut/GÖRÜŞ

Gazeteci olarak karşılaştığınız veya hedefi olduğunuz bazı olumsuz durumları gündeme getirmek istemezsiniz. Yani üstünü örtmeye çalışır ve geciştirirsiniz. Ancak maruz, kaldığınız olumsuz tutumunun topluma zarar verdiğini gördüğünüz an o durumu gündeme getirmek zorundasınız. Bu ‘gazetecilikte ısrarın’ bir ilkesidir.

Gazeteciliğin dışında kalanlarca beğenilse de beğenilmese de, bu ilke toplumsal faydaya odaklanır.

Eğer bir yazının veya bir haberin başlığı sizde merak uyandırıyorsa onu hemen tıklar ve okumaya başlarsınız. Satır aralarında ise merakınızı gideren cümleleri bulup yazıdan çıkarsınız. Basın İlan Kurumu (BİK) ‘dijital geçiş’ sürecini hayata geçirdikten sonra ilan almak isteyen medya kuruluşlarını özellikle bunu dayatmaya çalıştı. O yüzden ‘O ilde… O ilçede… O…” gibi merak uyandıran içeriklerin sayısı son bir yılda giderek arttı ve artışını da sürdürüyor.

Tabi bizim konumuz BİK değil ve Sur Ajans olarak da BİK’ten ilan almak için herhangi bir girişimimiz yok.

Konumuz ne peki? Konumuz, “Dicle Üniversitesi Hastanesi’nde skandal tutum: ‘Çekmiyorum!’” başlığındaki ‘çekimin’ ne şekilde gerçekleştiği.

Diyarbakır’da bulunan Dicle Üniversitesi Hastanesi, 21 Ekim 1981 tarihinden itibaren hem kentten hem de kentin dışındaki illerden gelen hastalara sağlık hizmeti veriyor.

Aynı hastane zaman zaman, bazı iddialar gündeme geldi. Birçok iddia ise değişen gündem arasında unutulup gitti.

Unutulup giden iddialara dair hastane yönetimi sağlıklı bir süreci işletmediği için aynı durumlar belli bir süre sonra farklı bir şekilde tekrar ortaya çıktı.

Diğer kurum ve kuruluşlar kendi haklarında çıkan iddiaların hızlı gündem arasında unutulup gitmesini ister ancak ‘halk sağlığını’ önceleyen bir kurumun böyle bir şansı olamaz ve olmamalı. Söylenenler iyice araştırılmalı ve varsa bir sorun bu sorunun ortadan kaldırılması için yoğun çaba sarfetmesini bilmelidir.

Türk Tabipler Birliği’ne bağlı olan Diyarbakır Tabip Odası, yıllardır Diyarbakır’da ‘halk sağlığı’ alanında ortaya çıkan sorunların çözümü için bas bas bağırıyor ve çağrılarla önerilerini sıralıyor.

Örneğin, ‘sağlıkta şiddet ve çalışma koşulları’na dair daha bugün de Diyarbakır Tabip Odası’ndan bir açıklama geldi.

Açıklama, Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde görevi başında darp edilen bir hekim için yapıldı ve ‘sağlıkta şiddetin’ artışına bir kez daha vurgu yapıldı.

“Bu olayı kınıyoruz, son zamanlarda sağlıkta şiddet vakaları arttı. Toplumda egemen kılınan şiddet dili, sağlık emekçileri ve toplumu karşı karşıya getiren sağlık politikaları ile sorunu derinleştiren, şiddet konusunda göstermelik adımlar atıp bu sorunu önemsemeyen kamu otoriteleri bu şiddet ikliminden ve saldırılardan sorumludur. Yetkilileri bu konuda gerekli önlemleri almaya ve sorumlu davranmaya davet ediyoruz.”

Diyarbakır Tabip Odası’nın yıllardır aynı minvalde yaptığı bu açıklama umarım bir daha yapılmaz. Aslında bu haberi gördükten sonra bu yazıyı yazmak için kendimi klavyeye zoraki yönelttim.

Çünkü dile getirmek lazım…

Halk sağlığını önceleyen ve bunun için çalışan emekçilerin şiddet görüyor olması kabul edilemez. Sorun ne olursa olsun sağlık alanına ‘şiddetin’ girmemesi gerekiyor. Haksızlığa uğradığını düşünüyor iseniz bunun yöntemleri farklıdır.

‘Toplumda egemen kılınan şiddet dili ve sağlık politikaları’ ifadelerinin anlaşılması için yetkililerin önce devre girmesi gerekiyor. Sorunu masaya yatırıp çözümüne odaklanması gerekiyor.

Bu çağda bile sağlık emekçileri ile bireyler arasındaki ‘şiddet’ten bahsediliyor ve bu utanç durum yaşanıyorsa önce oturup bir düşünmemiz gerekiyor.

Oturup düşünerek en ince detayına kadar yazar isek bu yazı bitmez. Oturup düşünmesi gereken taraflar bellidir.

Birinci muhatap Sağlık Bakanlığı’dır. İkincisi ise sorunun olduğu yerlerdeki idarelerdir. Üçüncüsü ise ise toplumsal faydaya odaklanan aktivist ve kurumlardır.

1. Sağlık Bakanlığı önce bütün hastanelerdeki mevcut sağlık sistemini mercek altına almalı…

“Sistemin içinde sağlık hizmetleri ne şekilde yürütülüyor? İnsanlar sağlık hizmetine ne derece ulaşabiliyor? Personellerin mesleğine bağı ne derce güçlü? Çalışma şartları ve sosyal hakları ne durumda? İnsanlardan gelen şikayetlerin konu başlıkları nedir?” gibi soruları çoğaltarak soruna eğilmeli.

Ne yazık ki Sağlık Bakanlığı’nın henüz böylesi bir girişimi yok. Böyle bir girişime toplumun acil ihtiyacı var.

2. Sorunun yaşandığı hastanelerin olduğu merkezlerdeki yerel idareler de yukarıda bahsettiğim gibi sorunu eğilim reflekslerini geliştirmeli. Yerel idareler, sorunsuz bir sağlık hizmetinin oluşması için çalışmayı kendilerine ilke edinmelidir. Çünkü orası senin alanın ve o alana en yakın olan, orayı bilen, orayı yöneten sensin.

3. Toplumsal faydaya odaklanan aktivistler ve kurumlar da halk yani toplum için bir dizi kampanya, panel, konferans gibi etkinlikler düzenlemeli.

Aktivistler, “Hastaneye giderken sağlık hizmetinin aksamaması için ne yapılmalı? Hastalar ile sağlık çalışanları arasındaki iletişim nasıl olmalı? Sorunun çözüm yöntemi ve tutumu nasıl olmalı? Eşitlik ilkesi nedir?” gibi soruları çoğaltarak bir çalışma planı oluşturmalı.

Ülkedeki tüm sorunların temeli ‘sağlıksız iletişim’den kaynaklanıyor. Birbirini anlayan ve toplumsal faydaya odaklanan kişilerden insani olmayan bir tutum refleksi göremezsiniz. Çünkü orada belli bir bilinç düzeyi vardır. Ne yaptığımızı bilir isek, kendimizi istemsiz de olsa belli bir süre sonra toplumsal faydaya odaklanmış olarak görürüz.

Konumuza gelelim. İtiraf etmeliyim ki toplumsal alana dikkatleri çekmek için “Dicle Üniversitesi Hastanesi’nde skandal tutum: ‘Çekmiyorum!’” başlığını seçtim yazıma.

Çünkü Dicle Üniversitesi Hastanesi’nde şahit olduğum durum gerçekten dikkat çekici. Bir yakınımın tedavisi için hastanede bulunuyoruz.

Yanına gittiğimiz hekim güler yüzüyle hasta yakınımıza kendi kimliğinle yaklaşması, ‘olması gereken tabloyu’ yaşatıyor.

Sağlıklı bir teşhis için doktorumuzun yönlendirmesiyle tetkiklere ve tahlillere başlıyoruz. Gittiğimiz her kapıda bir koşuşturma ve bir gerginlik var. Bu manzaraları gördükçe ‘toplumsal bilincin inşasına yoğunlaşılmalı’ diye içsel yorumlarda bulunuyorum.

“Biraz daha sakin olmalıyız. Toplumca gerildik” derken birden kendimi de gerginliğin içinde buluyorum.

Tahlil ve tetkikleri tamamladıktan sonra doktorumuz sonuçların çıktılarını bakıyor. Farklı cihazlarda yapılan tetkiklerde bir uyuşmazlık gördüğünü belirtiyor ve bizi ‘tekrar çekim’ daha önce gittiğimiz bir yere gönderiyor.

Elimizde doktor yazısıyla “’Volmaster Tekrarı’(hani hekimlerin yazısı okunmaz derler ya… Ben de okuyamadım)” yazılı kaşeli bir kağıtla tetkikin yapılacağı odaya giriyoruz ve ilgili personele kağıdımızı gösteriyoruz.

“Ben bir daha çekmiyorum. Çektim bir kere. Uğraşamam” ifadesiyle karşılaşınca yukarıda bahsettiğim gerginliğin içinde kendimi buldum. İncitmemek ve olası bir iletişim kazasına neden olmamak için yazılan bilgi notuyla birlikte tekrardan doktorumuzun yanına gidip. İstediğiniz tekrarı çekemedik. Tabi durumu da anlatarak.

Doktor yeni bir bilgi notu yazıp kaşe vurarak bir daha bizi aynı yere yönlendir. Daha önce ‘Çekmiyorum’ diyen görevli personel, bu kez kağıdı alarak üzerine istenilen çekimi yapmadığı halde ‘çekim yapıldı’ yazısıyla ilgili doktora restini çekmiş oldu.

74 yaşını geçmiş yakınımla göz göze gelince ve tedavi olma çabasını hatırladıkça son kez şansımızı denemek istiyoruz.

“Hocam, hastamız yaşlı. Belki yaşından dolayı cihaza istenildiği odaklanamamış. Bu yüzden değer uyuşmazlığı var. Zaten doktorumuz da bu yüzden tekrar çekim istedi” şeklindeki ifadelerimiz amacına ulaşamadı.

İkinci kez aynı tutumla karşılaştıktan sonra, doktorumuza yönlendirdiğiniz çekimi yapamadık bilgisini aktardım. Sanırsam o arada ilgili serviste bir telefon gelmiş ki. Başka bir erkek hemşir çıkıp kapısında çekim için beklediğimiz ve ısrarla ‘doktorun tekrar çekim’ talebini reddeden meslektaşıyla fısıldayarak konuşmaya başlıyor.

Konuyu anlayınca araya girmekten kendimi tutamıyorum. İçeri girip ‘çekim için bekleyen biziz’ diyorum. Meslektaşına gelen telefonu haber etmek için gelen erkek hemşir, birden suratını gererek “Lütfen buradan çıkın” diyor.

Donup bakıyorum. Aynı erkek hemşirin tedavi için bekleyen başka hastalara karşı olan tutumu, gözümde canlanıyor. Yukarıda belirttiğim “Toplumsal bilincin inşasına yoğunlaşılmalı” cümlesi o an aklımda geçmişti.

Daha önce hastalara karşı rica kiplerinin dışında emir kipiyle yaklaşan hemşir, bize görevli olmadığı ve haberi fısıldamak için geldiği odadan “Lütfen dışarı çıkın” ifadesi ve gergin bir yüz ifadesiyle nazikçe yaklaşmaya çalışıyor.

Emir kipleri, lütfen ve gergin yüz… Bu üç nokta kafamı kurcalarken, halen ‘sağlık alanında toplumsal bir bilinç olmalı” diyorum içimden.

Gazeteci olarak, çok sayıda sağlık emekçinin hak arayışını haberleştirdik. Eylemlerine gittik. Yaşanan tabloyu biliyoruz. Hangi noktada olduğumuzu azçok idrak ettiğim için olası bir iletişim kazasına neden olmamak için dikkat etmeye çalışıyorum kendimce.

Birden aklımda “Ya özel hastanelerde çalışan sağlık emekçilerinin suçu ne?” sorusu birden istemsizce yer alıyor. Çünkü oradaki hekimlerin sağlıklı bir teşhise ulaşabilmesi için çok sayıda tekrar çekim ve tahlil isteğini hangi personel reddedebilir ki? Burası işin trajikomik durumu tabi.

Ama gerçek olan şu; Tek bir insanı bile es geçmememiz gerekiyor. Herkesin, temiz sağlıklı ve güvenli tedavi olma hakkı vardır. Hatanın dezavantaj durumuna bakmaksızın o tedavi için doğru tetkiklerin uygulanması gerekiyor. Kişisel sorunların hastaya yansıtılması etik değildir. Bir sağlıklı bir teşhis için onlarca kez bir tetkik gerekiyorsa ve bunu bir hekim istiyorsa, bunun çekilmesi gerekiyor. Karşı durmak anlam verilmeyen bir durum. 

“Etik değildir” diyorum da. Çekimi reddeden personeline gelen telefon bilgisini haber etmek isteyen bize “Lütfen dışarı çıkın” ifadesiyle çıkışan erkek hemşir, yaşanan kriz durumunu toparlamak için arkadaşıyla dayanışmaya çalışıyor.

Öfkeli bir şekilde elimizdeki kağıdı alarak ‘İçeri gelin ben çekimi yapacağım’ diyor. Çekimi yaptı ama çekim 30 saniye bile sürmedi. Çıktıyı alıp yukarı kattaki laboratuvara gidiyoruz.

‘Tekrar çekim’e bakan doktorumuz. “Bu kez değerler arasında baya fark ortaya çıktı” diyor sonuç çıktısına bakarak.

Durumun ve öfkenin farkında olduğum için. Sonuca bakan hekime “Hocam aşağıda böyle oldu. Bu şekilde bir çekim oldu. Öfkeden dolayı ‘ilgili’ çekim olmamış olabilir” diye durumu anlattım.

Sözün kısası, bu tabloyu skandal olarak görüyorum. Çünkü öfke ile yanlış bir tetkik bir cana mal olabilir, hayatı yaşanılmaz kılabilir. Bu can bizim yakınımız değil de başka biri de olabilir. Toplumsal faydaya odaklanma bu sorunları dile getirme zorunluluğunu doğuruyor.

Bu yüzden gazeteciler olarak, olumsuz tutumunun topluma zarar verdiğini gördüğümüzde saklamıyor ve üstünü örtmüyoruz. Dile getiriyoruz...

Hepimiz bu çukurun içindeyiz. Sadece bir yerlere tek suçu bağlayıp işin içinden çıkamayız. Böyle yaparak sorunların derinleşmesine neden olabiliriz. Eksiğimizi görüp insan olduğumuzu ve toplumun bir parçası olduğumuzu iyi idrak etmeliyiz.

Bu çukurun içinde toplumsal faydaya odaklanmadan çıkamayız… Dicle Üniversitesi Hastanesi Yönetimi, dilerse ‘iletişim’ noktasında İletişim fakültelerinden destek alabilir. Ve yaşananlara daha içten bir gözle bakabilir.