SUR AJANS- İHD Diyarbakır Şubesi ve Kayıp Yakınları’nın Koşuyolu Parkı’nde her hafta gerçekleştirdikleri oturma eylemi 787’inci haftasında devam etti.
İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi ve kayıp yakınları, “Kayıplar bulunsun failler yargılansın” eyleminin 787. haftasını Koşuyolu Parkı Yaşam Hakkı Anıtı önünde gerçekleştirdi.
Eyleme kayıp yakınları, İHD Eş Genel Başkanı Hüseyin Küçükbalaban, Cumartesi Anneleri/İnsanlarından Besna Tosun, DEM Parti Diyarbakır Milletvekili Ceylan Akça, DEM Parti Diyarbakır İl Eş başkanı Pınar Sakık, siyasi parti ve sivil toplum örgütü temsilcileri ile hak savunucuları katıldı. Eylemde, gözaltında zorla kaybedilenlerin ve faili meçhul saldırı sonucu katledilenlerin fotoğrafları taşındı. Yine her hafta olduğu gibi çok sayıda çevik kuvvet ve sivil kolluk görevlileri alandaki yerini aldı. Bu hafta, Kulp’ta 25 Eylül 1997'te gözaltında kaybedilen Zozan Eren'in akıbetini soruldu.
‘Kadınlar, bu toplumun vicdanı ve hafızasıdır’
Eylemde konuşan İHD Diyarbakır Şubesi Başkan Yardımcısı Suzan Mehmetoğlu şunları söyledi: “Kayıplar bulunsun, failler yargılansın, talebiyle her cumartesi gerçekleştirmekte olduğumuz eylemimizin 787. haftasında tekrar bir aradayız. Öncelikle, bu vesileyle tüm kadınların 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Gününü kutlarım. 8 Mart, kadınların tüm dünyada hak, eşitlik ve emek mücadelesinin sembolleştiği önemli ve anlamlı bir gündür. Kadınlar, tarih boyunca hak ve emek mücadelesinde her zaman öncü olmuş, zulmün karşısında toplumsal adalet için var güçleriyle çalışmış ve direnmişlerdir. Ancak hiçbir iyiliğin cezasız kalmadığı bu dünyada; kadınlar, eşitlik ve adalet arayışında ne yazık ki büyük bedeller ödemişlerdir. Şüphesiz ki kadınlar; bugün burada bulunma sebebimiz olan, gözaltında zorla kaybettirmeler ve faili meçhul cinayetlerin kurbanı ve mağdurudurlar. Ancak bugün halen burada, hakikat ve adalet arayışı için bir arada güçlü bir şekilde durabiliyorsak; bu, en başta kayıp yakını kadınların, Cumartesi Annelerinin ve hak savunucusu kadınların sayesindedir. Bilinmesini isteriz ki; kadınlar, bu toplumun vicdanı ve hafızasıdır.
Bugün burada kadınlar;
Gözaltında zorla kaybedilen ve faili meçhule kurban giden kayıpların akıbetini öğrenmek istiyor,
Kayıp çocuklarının, eşlerinin, kardeşlerinin, dostlarının mezar yerlerini öğrenmek istiyor,
Faillerin insanlığa karşı suç kapsamında yargılanmasını istiyor,
Devletin adeta suç işlemeye özendiren cezasızlık politikasından vazgeçerek etkili ve adil bir yargı sistemini işletmesini istiyor,
Siyasetin, en temel hak olan yaşam hakkına kast etmiş bu suçlarla yüzleşmesini ve bu acıların bir daha asla yaşanmamasını istiyor,
Bugün vesilesiyle buradan bir daha ve yüksek sesle duyuruyoruz ki; kadınlar her şeyden önce barış ve adalet istiyor.
İnsan Hakları Derneği ve hak savunucusu kadınlar olarak; eşitlik, özgürlük, emek ve adalet için her zaman en önde durmaya devam edecek; kayıplar bulunana ve failler yargılanana dek hak mücadelemizi sürdüreceğiz.”
‘Failler yargılanıncaya kadar adalet arayışımızı sürdüreceğiz’
Ardından İHD Eş Genel Başkanı Hüseyin Küçükbalaban ise şöyle konuştu: “Biz, burada bir insanın kaybından bahsetmiyoruz. Türkiye’de barışın kaybından bahsediyoruz. Türkiye’de insan haklarına dayalı rejim fikrinden uzaklaşılmış olmasından bahsediyoruz. Aslında failler belli. Geçtiğimiz günlerde Ankara’da faili meçhul cinayetlere dair açılan bir davaya ilişkin istinaf mahkemesi, aslında faillerin kimler olduğunu ortaya koydu. Orda bir hakimin, Ayhan Altun’un, 160 sayfalık mahkeme şehri var. Dönemin İçişler Bakanı, MİT Daire Başkanı ve Özel Harekat Daire Başkanının faili meçhul cinayetleri işlemek için bir örgüt kurduğuna dair bir tespite bulundu. Ancak Türkiye’de cezasızlık politikası, zaman aşımından bu dosyası düşürmeye kalktı. Ve yine Ayhan Altun dedi ki, ‘Cezasızlık kanuni bir süreç olabilir ama vicdani ve ahlaki değildir.’ Bizde kayıp yakınları olarak, bu topraklarda barış sağlanıncaya, kayıplar buluncaya ve failler yargılanıncaya kadar adalet arayışımızı sürdüreceğiz.”
‘Katilleri tanıyoruz, biliyoruz, gözlerinin içine bakmaya devam edeceğiz’
DEM Parti Milletvekili Ceylan Akça da, “Bugün Türkiye hükümeti, İsrail’in Gazze’de işlemiş olduğu savaş suçlarına dair Uluslararası Ceza Mahkemesinde açılan davayı heyecanla takip ediyor. Biz de belge sağladık, bu suçların ortaya çıkması için katkıda bulunduk istiyorlar. Aynı suçlar Türkiye’de de işlendi. 90’larda bu suçları işleyen failler Elazığ’da valilik odalarında ağırlanıyor. Cumhurbaşkanının hemen yanında çıkıyorlar ortaya. Burada olan bizler ise failleri tanıyoruz. Eninde sonunda hesap verecekleri günleri bekliyoruz. Katilleri tanıyoruz, biliyoruz, gözlerinin içine bakmaya devam edeceğiz” dedi.
‘29 yıl sonra bir kemiğe, bir mezar taşına razı hale getirildiler’
Cumartesi Annleri/İnsanlarından Besna Tosun ise, “Benim hikayem 29 yıl önce Diyarbakır’da başladı. Sıradan bir hayatım varken, devlet gelip köyümde benim hayatımı cehenneme cevirdi. Benden kendi karşıtını yarattı, bir insan hakları savunucusu yarattı. 29 yıl önce babam, gözlerimizin önünde gözaltına alınarak kaybedildi. 29 yıldır mücadele ediyoruz. Birçok annemiz hakikate ulaşamadan vefat etti. Çocuklarımızı sağ istiyoruz diyen anneler, 29 yıl sonra bir kemiğe, bir mezar taşına razı hale getirildiler. Bizim annelerimize bunu yaşatanların hesabını sormak için mücadele ediyoruz. Ben, babamın katillerini gördüm. Onu katleden polislerle göz göze geldim. Bunun öfkesi ve acısıyla yaşıyorum. Ama bu acıyı bir direnişe cevirdim. Kayıplarımızı bulana kadar, hesap sorana kadar mücadele etmeye devam edeceğiz” diye konuştu.
Zozan Eren’in hikayesi
İHD Diyarbakır Şubesi yönetim kurulu üyesi Berfin Elçi, Kulp’ta 25 Eylül 1997’de gözaltında kaybedilen Zozan Eren’in hikayesini paylaştı. Elçi şöyle devam etti: “Kulp sağlık ocağında hemşire olarak çalışan Zozan Eren, ailesiyle birlikte Kulp’ta yaşar.
Eşi Orhan Eren ile kaybedilmeden önce dönemin Kulp Kaymakamı Zozan Eren’e kendi isteğiyle tayinini başka yere aldırmasını söyler. Kaymakamla görüştükten sonra Zozan Eren’i kaymakamlıkta görevli iki polis, “Sen PKK’lilere ilaç gönderiyorsun, onun için buradan gitmek zorundasın” diyerek tehdit eder.
Kısa bir süre sonra ise Zozan Eren, “örgüte yardım” ettiği iddiasıyla Diyarbakır Doğum Hastanesi’ne sürgün edilir.
Diyarbakır’a tayini çıkan Zozan EREN’in çocukları Kulp’ta annesi Pembe TOPRAK’ın yanında kalır. 24.09.1997 tarihinde Zozan Eren annesini arayarak “Yarın, eşi Orhan ile birlikte Kulp’a gelerek çocuklarını alıp Diyarbakır’a döneceklerini” söyler.
Ertesi gün yani Cuma günü akşama doğru kızı ve damadı çocuklarını almaya gelmeyince anne Pembe Toprak endişelenmeye başlar. Aynı gece saat 24.00 civarında damadı Orhan’ın çalıştığı Lice’deki Cezaevi savcısı telefonla arayarak Orhan ve eşinden bir haber alıp almadığını anne Toprak’a sorar. Anne Toprak; “Kızı ve damadından bir haber alamadığını” söyleyerek endişelerini telefonda savcı ile paylaşır. Bu telefondan yaklaşık iki saat sonra Orhan’ın iş arkadaşı bu kez arar; “Orhan’ın arabasının Lice’ye bağlı Angül Karakolu’nun 50 metre yakınlarında terkedilmiş bir vaziyette bulunduğunu, zozan ve orhandan haber alınmadığını söyler” .
Ertesi gün yani Cumartesi günü anne Toprak, Kulp Jandarma Karakolu’na başvuru için gider. Karakoldakiler; tatil olduğunu ileri sürerek başvurusunu kabul etmeyip Pazartesi günü gelmesini söyler. Pazartesi günü anne Pembe Toprak, Kulp Savcılığına başvurarak durumu izah etmeye çalışır. Savcı Angül karakolunu arayarak bilgi alır. Karakoldakiler “Kaçırma olayının gerçekleştiğini, Orhan ve Zozan EREN’in PKK militanları tarafından kaçırıldığını ” bildirir.
Savcı bu bilgiyi anne Pembe Toprak’a iletir ve Angül Karakolu’na gitmesini, akabinde Diyarbakır Valiliğine başvurması tavsiyesinde bulunur. Daha sonra anne Pembe Toprak dilekçe ile önce Angül Karakolu’na başvuruda bulunur fakat Karakol Komutanı kendisine “Çiftin PKK militanları tarafından kaçırdığını” söyler. Buradan bir netice alamayan anne Toprak, Diyarbakır Valiliğine başvuruda bulunur. Vali, annenin huzurunda Lice ve Kulp Jandarma Karakollarını arar ve çocuklarının
PKK militanları tarafından kaçırıldığını kendisine söyler.
Çiftin arabasının Angül Karakolu’nun yakınında bulunmasına rağmen militanların Zozan ve Orhan Eren’i kaçırdığı bilgisi inandırıcı gelmemekle birlikte, somut bir delille de, ortaya konulmaz. Yine de tüm idari ve hukuki mercilerce ısrarla aileye bu bilgi verilir. İç hukuk yollarında bir netice alamayan aile davayı AİHM’e taşır. 21 Şubat 2005 yılında AİHM “Yaşam hakkı ihlalinden” Türkiye’yi mahkûm eder.
Ardından gözaltında zorla kaybettirilen Zozan Eren ve diğer tüm Kayıp ve faili meçhul siyasi cinayetlere kurban gidenler için 1 dakikalık oturma eylemi yapıldı.