Gündem

En yüksek tarım potansiyeline sahip il risk altında

Harran Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarımsal Yapılar Sulama Bölümü Öğretim üyesi Prof. Dr. Ali Rıza Öztürkmen, bilinçsiz politikaların tarım için taşıdığı riski değerlendirdi.

Urfa’nın tarım potansiyeli en yüksek kentlerden biri olduğunun altını çizen Öztürkmen, “Tarım arazileri potansiyeli bakımından Ankara ve Konya’dan sonra 3’üncü kent. Yanı başımızda Atatürk Barajı gibi büyük bir su rezervi var. Bu kentimizin tarımsal önemini ortaya koymaktadır. Dünyada tarım önemini yitirmeyen bir trenddir. Koronavirüs zamanında da gördük ki her şey bir şekilde arda atılabilir ama tarım atılamaz. Dünya nüfusu gittikçe yükselirken, tarım arazilerinde azalma meydana geliyor. Dolayısıyla mevcut alandan yüksek verim elde etmek zorundayız. Tarım, dünyada artık riskli bir üretim kolu olmaya başladı. Bunun en büyük nedeni iklim değişikliği, üretim giderlerinde yaşanan maliyetler ve hastalıklar. Bu etkenler, tarımsal üretimi negatif etkiliyor. Dolayısıyla insanlar daha fazla üretim için bir arayış içinde” diye belirtti. 

Yağışlar üzerinden yaşanan iklim değişikliklerine dikkati çeken Öztürkmen, “Urfa’da yağış miktarlarında önemli farklılıklar oluyor. Bazen fazla yağış alıyor, bazen de hiç almıyor. Değişen iklim olayları, tarımı olumsuz etkilemektedir. Artan nüfus ile birlikte tarım arazilerinin de artması lazım. Bunu artıracak bir noktada değiliz ancak birim başına yüksek verim elde ederek, ya da tarım arazilerini koruyarak bu dengeyi sağlayabiliriz” ifadelerini kullandı. 

Son günlerde birinci ürün olarak ekilen buğday, arpa ve mercimek hasadından sonra yapılan anız yakmalarının tehlikelerine değinen Öztürkmen, “Hasatlar tamamlandı ve ikinci ürün ekimleri için gerekli çalışmalar başladı. Hızla ekim yapma adına çiftçilerimiz bitki atıklarını yakma yolunu seçmekte. Yasal olarak bu yasak ve cezası da var. Ancak yetkililer tarafından az kontrol yapıldığı için önüne geçilemiyor. Her geçen gün anız yangınları artmakta. Urfa’da topraktaki organik madde oranı yüzde 5 olması gerekirken, yüzde 1’ler düzeyinde. Toprakta organik madde bitki atıklarının toprağa katılmasıyla artıyor. Hasat yaptıktan sonra bitki atıklarını tarlaya düzgün bir şekilde dağıtıp çürümesini sağlarsak organik madde oranını yükseltmiş oluruz. Ancak yakarak bunu engellediğimiz de canlıları katlediyoruz. Bir kaşık sağlıklı toprakta, dünya nüfusu kadar yani 8 milyar kadar bakteri, mikroorganizma ve böcekler gibi canlılar var. Bu canlılar tarımsal üretim için çok önemli. Ancak anızları yakarak tarla işçileri olan bu mikro organizmaları yok ediyoruz. Toprak canlı bir varlık ve biz onu öldürüyoruz. Bu şekilde verimde düşüyor. Yakınca toprakta nemde kalmıyor. Toprağa zarar verdiğimiz gibi hava kirliliğine de neden oluyoruz. Bu da alerjik hastalıkların pik yapmasına neden oluyor. Anız yakmaları sonucunda ekili, henüz hasat yapılmayan tarlalarda yanıyor” diye belirtti. 

Son günlerde tarımda kullanılan bilinçsiz ilaç kullanmanın zararlarına da işaret eden Öztürkmen, şunları belirtti: “Toprakta güzel bir ekosistem var. Biz eksik olan minareleri gübre vererek dengeyi sağlıyoruz. Bunu bilinçli yapınca verim artar. Ancak ihtiyaçtan fazla kullanırsak hem girdi ücretlerini artırarak cebimize zarar veririz, hem de çevreye zarar veririz. Azot gübresinin kontrolsüz kullanımından kaynaklı nitrat kirliliği Urfa’da sınır düzeye gelmiş durumda. Bu nitrat kirliliği birçok sağlık sorununa neden olmaktadır. Tarım ilacı atıklarının kontrolsüz bir şekilde doğaya atılması, birçok sağlık sorununa davetiye çıkarıyor. Su, toprak ve doğayı bozmak çok kolay ama gerisin geriye düzeltmek çok zor.” 

2005 yılında çıkarılan 5403 Sayılı Toprak Koruma Ve Arazi Kullanımı Kanunu’nun 80 kentte etkin uygulandığını sancak Riha’da kapsamlı uygulanmadığına dikkati çeken Öztürkmen, “Son 10 yıldır bu yasayı uygulamaya başladık, tarım arazilerinin yok olmaması için elimizden geleni yapmaya çalıştık. Tarımsal alanının daha iyi korunması adına bu yasanın daha iyi kullanılması lazımdır. Bu yasayı uygulamada yerel yönetim ve il yönetimlerine büyük sorumluluk düşmekte. Onlardan isteğimiz tarım arazilerine ruhsat verilmemesi ve bunun önüne geçmeleridir. Toprağın amacı dışında kullanılmasının da cezası var. Haran Ovası’nda yüz bin dekardan fazla alan köy yerleşim yerlerinin dışında imara açılmış. Bu çok üzücü bir şeydir. Dağda, taşta tarım yapmaya çalışırken, verimli topraklarımıza bina dikiyoruz. Tarım arazileri çok kıymetli. Bu konuda herkes gerekli hassasiyeti göstermeli" dedi. 

Türkiye Mahsulleri Ofisi'nin (TMO), 2024 yılı ekmeklik buğdayı ton başına 9 bin 250 TL, makarnalık buğdayı ton başına 10 bin TL, arpanın tonunu ise 7 bin 250 TL'den alacağı yönünde yaptığı açıklamayı hatırlatan Öztürkmen, şöyle devam etti: "Bu fiyatlar çok sınırda fiyatlar. Çiftçilerimizin masraflarına denk gelen fiyatlar. Çiftçi bu yılkı fiyatlarla bir gelir elde edememektedir. Bu çok üzücüdür. Enflasyon ve döviz fiyatlarında yaşanan bu denli dalgalanmaya karşı hububat fiyatlarında yüzde 10 artış üzücü. TMO’nun alım politikası da çiftçiyi serbest piyasaya yönlendirmekte. Serbest piyasada rakamlar çok daha aşağıya düşmekte. Dünyada yeni bir tarım trendi var. Bu saatten sonra girdi maliyetlerini azaltmamız gerek. Bilinçli çiftçiler yetiştirmemiz gerek. Optimum düzeyde bitkiye ilaç yada gübre verdiğimiz zaman verim arttığı gibi maliyette azalır.”