Gündem

“Erdoğan’ın AB çıkışı ‘şantaj’ olarak algılanıyor”

Özel Haber/İrfan Tuncçelik

Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi üyeliğe kabul etmek gibi bir niyetinin olmadığını söyleyen siyaset bilimci Sezin Öney ise, “İsveç’in NATO üyeliğine onay ile AB üyeliği meselesinin birbirine bağlanmasından sonra daha da olmaz. Çünkü AB’nin büyük ve güçlü ülkeleri de, AB kurumsal çatısındaki karar alıcılar da bu durumu, “şantaj” olarak algılıyor” dedi.

AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi'ne katılmadan önce yaptığı açıklamada, "Önce gelin Türkiye'nin Avrupa Birliği'nde önünü açın, ondan sonra biz de Finlandiya ile ilgili nasıl onun önünü açtıysak, İsveç'in de önünü açalım" dedi.

Erdoğan, Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkilerinde yeni bir sürecin başlama ihtimaline ilişkin bugün de bir açıklama yaptı. Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta düzenlenen NATO Zirvesi dönüşünde uçakta gazetecilerin sorularını yanıtlayan Erdoğan, AB ile yeni dönem üzerine görüşmeler yapmak üzere danışmanını Brüksel’e gönderdiğini söyledi. Erdoğan, “Avrupa Birliğinden göreceğimiz olumlu çalışmalar neticesinde biz de verdiğimiz sözleri hayata geçirmek için çalışmalara başlarız” dedi.

‘KAZAN KAZAN’ YÖNTEMİ KISMEN ETKİLİ”

Siyaset Bilimciler Sezin Öney ve Tanju Tosun Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamalarını SurAjans’a değerlendirdi.

Kamuoyunda, Türkiye ile AB arasında üyelik konusunda yeniden müzakerelerin başlayabileceği iddialarını değerlendiren siyaset bilimci Tanju Tosun,  Erdoğan’ın bu açıklamasını ,“dış politikada alışık olduğumuz şartlar elverdiğinde ve doğduğunda, elindeki pazarlık kartlarını kullanarak ajandasındaki meseleler konusunda maksimum fayda elde etmek, sonuca ulaşmak şeklinde okunabilir” şeklinde yorumladı.

Tosun, Erdoğan’ın bu çıkışını, “Bu anlamda son derece esnek, pragmatik bir yöntem” olduğunu belirterek,  bu yöntemini batıyı da ilgilendiren konular olduğunda dış politikayla ilgili de kullandığını ifade etti. Tosun, “İç politikada bu yönteme başvurma gereksinimi duymuyor. Çünkü içeride gücü ve meşruiyeti çok fazla. Oysa ki dışarıda aynı düzeyde güç ve meşruiyete sahip olmadığı için, “kazan, kazan” yöntemi sonuca ulaşmasında kısmen de olsa etkili olmakta.” dedi.

“PAZARLIK SÜRECİNİ TERCİH EDEN BİR YAKLAŞIM”

Avrupa Konseyi'nin, AİHM kararlarının uygulanmaması nedeniyle başlattığı “ihlal prosedürü” kapsamında Türkiye’ye dönük nasıl bir yaptırım uygulayacağını tartışırken Erdoğan'ın bu sürpriz çıkışı bir pazarlık konusu olarak kullanılmak mı isteniyor sorusunu Tosun şöyle yanıtladı:

“Konuya sadece “ihlal prosedürü” kapsamındaki olası yaptırımlara ilişkin bir dış politika kalkanı olarak bakmamak gerekir. Kanımca sürpriz çıkışın ardında özellikle İsveç başta olmak üzere savunma sanayi alanında ihtiyaç duyulan yedek parçalara yönelik engellerin kaldırılmasından, vizelerin yumuşatılmasına, AB ile uyumlu çalışan bir ülke imajı çizerek, NATO üyeliği üzerinden F16’ların verilmesine, yabancı yatırım alma temelli ekonomik destek talebine kadar uzanan boyutları olduğu kanaatindeyim. Bu anlamda Batı ile ilişkileri iyileştirmede insan hakları merkezli sorun boyutları üzerinden değil, savunma, ekonomi temelli araçsal yaklaşımlarla pazarlık sürecini tercih eden bir yaklaşım dikkat çekmekte.”

İktidarın terörle mücadele yasası gibi birçok konuyu yeniden gözden geçirmesi gibi bir derdi olduğunu düşünmediğini belirten Tosun, bunun nedenini şöyle açıklıyor:

“Türkiye’nin batıya bu tür konuların iç politika, devletin güvenliği, bütünlüğü meselesi olduğu şeklinde zaman zaman açıklamalar yapması. Batının da bunu fazla dert ettiği kanaatinde değilim. Türkiye meseleye nasıl ekonomik merkezli kar/zarar ekseninde bakıyorsa, batı da artık Erdoğan iktidarını tanıdığı için benzer şekilde yaklaşıyor. Şu da bir gerçek ki, batı İsveç’in NATO üyeliği konusunda istediğini aldıktan sonra, yine insan hakları ihlalleri konusunda sesini yükseltecek, Türkiye ise duymazdan gelecektir. Türkiye’nin Avrupa’nın organik bir parçası olmaması nedeniyle ilişkiler bu şekilde sürüp gider, konuyla ilgili yasalarda önümüzdeki süreçte herhangi bir iyileştirme olma ihtimali bu anlamda çok düşüktür.”

“İKTİDAR’IN BATIYA, AB’YE BAKIŞI SORUNLU”

Tosun,  mevcut hükümetin AB ile Türkiye arasındaki bazı anlaşmazlıkları gidermek için kimi adımlar atmasının düşük ihtimal olduğunu dile getirerek, hükümetin kısa ve orta vadede Türkiye’nin AB üyesi olamayacağının farkında olduğunu söyledi.

Hükümetin olası üyelik için adımlar atma konusunda da pek istekli olmadığını ifade eden Tosun, “Çünkü, yıllardan beri ürettikleri AB ve Batı karşıtlığı politikalar ve algı içeride meşruiyetlerinin pekişmesine, kendi tabanlarının bu karşıtlıklıklar üzerinden konsolide edilmesine yol açtı. Bu saatten sonra geri adım atmak yerine, bulundukları noktada sabit kalarak, ilişkileri ekonomik çıkar temelli araçsal biçimde yönetmek kendi çıkarlarına daha uygun. Kaldı ki iktidar elitlerinin siyasal, kültürel değerleriyle AB değerleri arasında çok keskin farklılıklar olduğu da ihmal edilmemeli. Elitler arasındaki değer zıtlığı, çatışmalı sürecin iyileştirilmesi yönündeki en büyük engellerden biri” şeklinde değerlendirdi.

Tosun, değerlendirmesine şu şekilde devam etti:  

“Türkiye’nin siyasal iklimi, iktidar bileşenlerinin batıyı, değerlerini okuma biçimi, batıda sınırlı siyasal elitler dışında kimi iktidar elitlerinin de Türkiye’nin demokrasi, hukukun üstünlüğü sorunlarına araçsal yaklaşımı dikkate alındığında, üyelik müzakereleriyle ilgili ilerleme beklemiyorum. Mevcut iktidar zihniyetinin batıya, AB’ye bakışı sorunlu. Destekçilerini de batıdan derin biçimde kopardıkları için, zihniyet anlamında uzun süreye yayılacak AB’yle ilgili bir rehabilitasyona ihtiyacı var. Muhafazakar, milliyetçi kitlenin ve elitlerinin adeta Batıya ve AB’ye karşı yeri geldiğinde nükseden, devreye sokulan, fayda umulan bir paranoya hali mevcut. Bu giderilmeden ilerleme mümkün değil. Kendi içine kapanmış bir ülkede batıyla kültürel anlamda da bir yakınlaşma olmadan müzakerelerle ilgili ilerleme hayal. Üstelik, masa altına atılmış demokratikleşme, insan hakları alanında sayısız ev ödevi var.”

AB, ERDOĞAN’IN ÇIKIŞINI ‘ŞANTAJ’ OLARAK ALGILIYOR

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi'ne katılmadan önce yaptığı açıklamayı yorumlayan Siyaset Bilimci Sezin Öney ise Avrupa Birliği konusunda NATO ülkelerinin bireysel tutumlarının ve NATO’nun kurumsal tutumunun bir değişiklik yaratmayacağını belirtti. Öney, üyeleri arasında ABD ve Kanada’nın da olduğuna dikkat çektiği NATO’nun tamamen güvenlik üzerine odaklanan bir kurum olduğuna işaret ederek şöyle devam etti:

“Son yıllarda Batı ülkeleri Türkiye’den öyle koptu ki; başlıca ve neredeyse tek diyalog kanalı NATO haline dönüştü. NATO bağlantısı sürüyor çünkü üyeler arasında en güçlü ikinci ordu Türkiye’ninki.
Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi üyeliğe kabul etmek gibi bir niyeti hiç yok: ama İsveç’in NATO üyeliğine onay ile AB üyeliği meselesinin birbirine bağlanmasından sonra daha da olmaz. Çünkü bu durumu AB’nin büyük ve güçlü ülkeleri de, AB kurumsal çatısındaki karar alıcılar da, “şantaj” olarak algılıyor. Macaristan’a zaten kendi içlerindeki bir Truva atı gibi bakıyorlar; Türkiye’nin İsveç’in NATO üyeliğini bloke ederken Macaristan ile beraber hareket etmesi de, AB’nin alarm zillerini çaldırıyor. Türkiye AB üyesi olsa, içerde kim bilir neler yapar gibi bakıyorlar.”
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin, Eylül’e kadar AİHM kararının uygulanmaması ve Osman Kavala’nın serbest bırakılmaması halinde, sert yaptırımların masada olduğu uyarılarını anımsatan Öney,

Türkiye’nin, İsveç’in NATO üyeliği kozunu kullandığını belirtti. Öney, “Diyelim ki, İsveç’in üyeliği kararının TBMM önüne gelmesi geciktirildi. Avrupa Konseyi kararının ertesine denk getirildi; Avrupa Konseyi’nin Bakanlar Kurulu, İsveç’in sözüne göre  hareket edecek değil. Hadi etti diyelim;  uyuşmayan AİHM kararı tek değil ki…Selahattin Demirtaş kararı ile ilgili de benzer bir süreç başlaması muhtemel” dedi.

“TERÖRLE MÜCADELE KANUNU GÖZDEN GEÇİRİLMELİ”

Türkiye’nin kendi vatandaşlarının hakkını gözeten bir hukuk devleti olabilmesi için terörle mücadele yasası ve ilgili mevzuatı gözden geçirmesi gerektiğine işaret eden Öney, “Eline hayatta silah almamış; herhangi bir terör örgütüne değil üye olmak, pozitif bile bakmayan kişilere “terörist” yaftası yapıştırılıyor. Mesele sadece yasalar da değil: var olan yasalar da en sert biçimde uygulanıyor.  Sadece AB ile problem yaşanması sorunu değil mesele; ekonominin düzlüğe çıkmasını sağlayacak dış yatırım da, en azından ortalama bir demokrasi olmadan ve en önemlisi de, hukuk devleti standartlarını sağlamadan mümkün değil. Körfez ülkeleri bile, Türkiye’ye yatırım yaparken öngörülebilirlik ve hukuki açıdan toparlanmayı gerekli görürler, ki yeni kabineden de beklentilerinin bunlar olduğunu biliyoruz. Dahası, Körfez ülkeleri Türkiye’yi, AB’ye açılan bir kapı olarak görüyorlar. Avrupa ve Batı ülkelerinin geneliyle ilişkileri minimize olmuş bir Türkiye, onların da işine gelmez” ifadelerinde bulundu.

ÜYELİK İÇİN KAPILARINI AÇAN ULUSLARARASI KURULUŞ YOK

“Türkiye, tek başına ekonomik ve demokratik açılardan güçlü bir ülke olsa, AB ve diğer uluslararası kurumlara üye olması için yarışırlar” diyen Öney, Şanghay İşbirliği Teşkilatı üyeliği de dahil olmak üzere, Türkiye’ye üyelik için kapılarını açan uluslararası kuruluşların olmadığını hatırlattı. AB ile müzakere için, Türkiye’nin hukukun üstünlüğüne ve demokrasiye inanan ve AB hukukuna, standartlarına riayet eden bir iktidara sahip olmak zorunda olduğuna vurgu yapan Öney, “İlk güven teşkil eden adımlar olarak da, siyasi sebeplerle tutuklanmış Osman Kavala, Selahattin Demirtaş ve Gezi Davası mahkumları gibi mahkumların serbest bırakılması gerekiyor. Ve tabii, milletvekili seçilen Gezi Davası tutuklusu Can Atalay’ın da TBMM’deki yerini alması gerekiyor” dedi.


AB İLE İLİŞKİLER KARTI “EKONOMİK KRİZ” NEDENLİ

Türkiye’nin AB’ne üyelik müzakereleriyle ilgili sürecinde yeni dönemde ilerleme beklemediklerini söyleyen Öney, devamla şunları ifade etti:

“AK Parti hükümeti bizi şaşırtır mı? Şaşırtıp da, AB süreci ile samimi bir ilgi ve çaba sergilese, en büyük iyiliği kendilerine yaparlar. Eski destek oranlarına kolayca geri dönerler. Üstelik de, AB’nin üyelik taahütünü yerine getirmesine bile gerek kalmaz: Türkiye, kendi ayakları üzerinde duran, güçlü bir ülkeye dönüşür. Ülke içinde kutuplaşma sorunu aşılır. Ama, AK Parti’nin özellikle son yıllardaki hal ve gidişatına bakınca, bu tabloyu sağlamak için gerçekten çalışmaları, mucize kabilinde bir durum olur. Bugün, Türkiye gerçekten ekonomik olarak zorda olduğu için, AB ve Batı ile ilişkiler kartını oynamaktan başka bir amaçları olduğunu söylememiz zor ne yazık ki.