Günümüzün en makbul duası; Allah kimseye muhtaç etmesin. Çünkü muhtaçlık zor, çok zor; çocuğunun ihtiyaçlarını ve isteklerini alamazsın mesela, eğitim masrafını karşılayamazsın, çocuğuna istediği oyuncağı alamazsın mesela. Bu yapılamayanlar listesini uzattıkça uzatabiliriz ama buna gerek yok. Derdimiz yoksulluk ajitasyonu değil çünkü.
Artık şu gerçeği çok net ve yüksek sesle ifade etmenin zamanı geldi de geçiyor bile. Yoksullukla mücadele iktidar aracılığıyla verilen sosyal yardımlarla veya vicdan sahibi iyilik perilerimizin organize ettiği yardımlarla gerçekleştirilemez. Elbette ki, devlet fiziksel ve zihinsel sağlık sorunları nedeniyle çalışamayanların temel ihtiyaçlarını karşılamakla yükümlüdür. Bununla beraber gelir dağılımında adaleti sağlamak, istihdam yaratmak ve adil bir ücret politikası yürütmek de devletin görevidir. Bir ülke düşünün ki, gelir dağılımında adaleti sağlamakla veya adil bir ücret politikası geliştirmekle değil sosyal yardımlardan yararlanan kişi sayısının artmasıyla övünüyor.
Öte yandan iktidar politikalarını eleştiren kimi muhalif, eşitlikçi, halkçı, aydın, sanatçı, yazar veya iş insanlarımızın da bu konuda karnesi pek iyi sayılmaz. Kendileriyle özdeşleştirdikleri tüm bu sıfatlarla beraber zaman zaman da “çok zeki ama yardıma muhtaç çocukların” dershane masraflarını ya da gıda ihtiyaçlarını sosyal medya üzerinden karşılayarak “iyilik perisi” de olabilen bu çok değerli arkadaşlar maalesef ki yoksullukla bu şekilde mücadele edilemeyeceği gerçeğini unutuyorlar. Bazen o pırıltılı hayatlarına kısa bir mola verip “muhtaçların” yaşadığı mahallelere gidip, hüzünlü fotoğraflar ve sözlerle ne kadar duyarlı ve iyi olduklarını, ellerindeki akıllı yardımcıları aracılığıyla tüm dünyaya duyuruyorlar; veren elin alan eli görmemesinin ne kadar onurlu bir ilke olduğunu bilen bir kültürü görmezden gelerek. Vicdanlarını bu şekilde tatmin ettikleri için sanırım, özel sektörde çalışanların önemli bir kısmına asgari ücretin bile tamamının kimi işverenler tarafından verilmediğini -ki hepimizin bildiği bir ülke gerçeğidir bu- dillendirmiyorlar ama. İşin acı tarafı günümüzde çalışanlarına hak ettikleri ücreti vermeyen işverenler de eşitlikçi, halkçı ve aydın olabiliyorlar, sosyal medya aracılığıyla yapılan bu yardımlara destek vererek.
Doğduğu toprakları çok sevdiğini, halkına yürekten bağlı olduğunu sıkça vurgulayan sayın çok değerli “iyilik perilerimiz”, ezilenin her geçen gün daha fazla ezildiği, güçlünün ise daha fazla zalimleştiği şu günlerde sadece başkalarını suçlamak tek başına yeterli mi diye durup bir düşünmek gerekmez mi? Hem içinde yaşadığımız bu koşullarla ilgili kendi suçlarımızı ya da hatalarımızı ne zaman konuşacağız? Ne zaman çuvaldızı önce kendimize batırmaya başlayacağız? Ya da “iyilik yapmak” yerine kimsenin bir başkasının “iyiliğine” ihtiyacının olmayacağı o güzel günler için hep beraber, omuz omuza, dayanışarak ne zaman mücadele etmeye başlayacağız?