Gündem

Kemal Bülbül: Mazlum yılgınlığa uğramamalı

Cumhurbaşkanı seçim sonucunu değerlendiren 27. Dönem HDP Antalya Milletvekili Kemal Bülbül, Alevi toplumunun yeni döneme ilişkin tutumunu şöyle özetledi: “Alevi kurumları oturup siyasete katılımı, dernekteki yönetim biçimini ve üyeleri, Alevi toplumu ile ilişkisini, Alevi toplumunun diğer toplumsal, inanç grupları ile ilişkisini, derneklerin topluma karşı görevlerini ve toplumun, dernekle olan ilişkisini, konjonktürel olarak içinde bulunduğu siyasi dönemin görev ve sorumluluklarını değerlendirmeli.”

 Recep Tayyip Erdoğan, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda kesin olmayan sonuçlara göre oyların yüzde 52’sini alarak yeniden Cumhurbaşkanı seçildi. Erdoğan’ın 27 milyon 725 bin 131, Kılıçdaroğlu’nun ise 25 milyon 432 bin 951 oy alması ardından Türkiye siyasal yaşamının yeni tablosunda iktidar ve muhalefet hareket tarzını belirlemeye çalışıyor.

Cumhurbaşkanı Seçim sürecinde yaşananları ve ortaya çıkan sonucu değerlendiren 27. Dönem HDP Antalya Milletvekili Kemal Bülbül, seçimlerin meşru olmadığını belirtirken, yeni dönemde mücadele kararlılığına vurgu yaptı.

‘Bu seçimler meşru bile değildir’

Sandığa gitmeyen seçmenlere değinen Bülbül, şunları söyledi: “Seçimin demokratik olmadığı fikri elbette ki doğru. Fakat sandığa gitmeyeceksek, sandığa gitmemenin alternatifini yaratmak durumundayız. Sandığa gitmeyeceksek yönetim şeklimizi nasıl belirleyeceğiz? Böyle bir sorunumuz var ki bu sorun zaten şurada çok bariz bir şekilde hissedildi; 9 milyonu aşkın seçmen, sandığa gitmemiş. Bu aslında bir sorumsuzluktur. Olayın ikinci yanı ise cumhuriyetin kuruluşundan bugüne, daha doğrusu çok partili sistem denilen ama çok parti değil, aynı zihniyetteki farklı partilerin olduğu sistemden bu yana Türkiye’de seçim yapılıyor. Bu seçimlerin hiçbirisi Kürt, Alevi, devrimci, işçi, yoksullar, kadınlar için farklılık, değişim, eşitlik, adalet isteyenler için demokratik olmamıştır. Devleti kullanarak, sermayeyi peşkeş çekmek, sermayeyi hortumlamak, devleti kullanarak ihale almak, sermayeyi yandaşlarına dağıtmak; polisi, jandarmayı, hukuku, devletin tüm aygıtlarını bir sopa olarak kullanmak, devleti ele geçirip kendi zihniyeti çerçevesinde yönetip buna da ‘en güzel demokrasi’ demek gayesinde olanların planladığı bir şey olmuştur. Temel sorun bu. Türkiye’de sadece seçim için değil, yaşam için, nefes almak için, sanat, kültür, inanç, yolda yürümek için; yani hiçbir şey için demokrasi yoktur. Sadece seçim için değil. Dolayısıyla bu seçimler bir demokratik ortam içerisinde olmamıştır. Bu seçimler meşru bile değildir. Hatta denebilir ki 2010 yılından bu yana yapılan seçimlerin tamamı meşru değildir. Çünkü bir tarafın egemen kılındığı, diğer tarafın mahkum edildiği bir ortamda, devlet aygıtının tüm olanaklarının pervasızca kullanıldığı bir ortamda, demokratik seçim olmaz.”

‘Bu seçimin kazananı yok burada bir zulüm rejimi var’

Seçim sonuçlarının ülkedeki bir yarılmaya işaret ettiğini ifade eden Bülbül, şöyle konuştu: “Toplum %50 %50 yarıldı ve bu yarılmanın sonucuna bir başarı denilemez. Devlet bölünmüştür ve bu bölünmeyi yapan devletin geleneksel inkarcı, tekçi zihniyetidir. Birey düşünsel olarak çoğuldur, yani tekil değildir. Toplum da çoğuldur tekil değildir. ‘Tek tek tek’ diye sayarak dün akşam yine suç işledi. Dolayısıyla bu tekçiliğin bir sonucudur ki gelinen noktada tekçilik ortaya çıkmış ve çoğulculuk, çokluk mahkum edilmeye çalışılmış. Dolayısıyla biz bu seçimin sonucuna ‘demokrasi tezahür etti, sandıktan demokrasi çıktı, sandığa gidildi ve Recep Tayyip Erdoğan kazandı’ gibi bir şey demiyoruz. Sandık kuşatılmıştı, sandık öncesi sokaklar da kuşatılmıştı. Sokaklar öncesinde basın kuşatılmıştı. Basın öncesinde zihniyetler kuşatılmıştı. Ortalığa korku yayılmıştı. Korku, baskı, zulüm atmosferi oluşturulmuştu. Ve buradan adeta ‘Yüreğiniz yetiyorsa oy verin’ gibi bir şey çıkarılmıştı. Kendi yandaşlarını öven, öpen, koklayan, pışpışlayan, hoplatan, zıplatan ama karşıdaki insanları da her türlü şekilde tehdit eden bir şey. Şimdi bunun tahlil edilmesi lazım. Yani muhalefetten kaybedenler, çıkıp demokratik bir şey olmuş gibi ‘kazananı kutluyoruz’ falan… Bu seçimin kazananı yok burada bir zulüm rejimi var. Bu zulüm rejiminin kendi yöntemini kullanarak kendini devam ettirmesi var. Bu seçim falan değil, bu bir kuşatılmışlığın ortaya çıkardığı sonuç. Dolayısıyla evet seçim demokraside en önemli yöntemlerden biridir fakat seçime teşkil eden süreçlerin tamamıyla birlikte en önemli yöntemdir. Sandıkta oyların sayılması değildir. Seçim, sandığın açıldığında, zarfların ortaya dökülüp de ‘oyları saydık bak böyle oldu’ demek bir demokrasi değil. O en son nokta. Oraya gelene kadar eşitlik, adalet, güvenlik, propaganda hakkı, bütün bunlarla birlikte değerlendirilmeli.”

‘Mazlum yılgınlığa uğramamalı’

Toplumsal muhalefetin seçim sürecindeki hatalarına dikkat çeken Bülbül, sözlerini şöyle sürdürdü: “Dolayısıyla ortaya şöyle bir şey çıkmıştır; zalim, zulmünde ısrar ediyor, mazlum da mücadelesinde ısrar etmeli. Mazlum yılgınlığa uğramamalı. Mazlum yılgınlığa uğruyorsa demek ki zalimden bir beklenti içindedir. Zalimden merhamet beklenir mi? Zalimin bütün yegane edimi zulümdür, inkardır, baskıdır, tekçiliktir. Bizim bir beklentimiz yoktu. Bizim beklentimiz, mazlumun bütün kutsal değerlerini toparlayıp, amaçladığı bütün bu kutsal değerler uğruna mücadelesini yürütmesiydi. Bakın şunu yapabiliriz; mücadele yöntemlerini, araçlarını gözden geçirebiliriz. Mücadele yürüten bireyleri, partiyi, dili, ilişkiyi, hepsini gözden geçirmeliyiz. Hatta geçireceğiz ve bu değerlendirmenin sonucunda yenileşmenin getirdiği bir şey mazlumlar, kendisiyle birlikte sınırlı kalmamalı. Mazlum o kadar üretken ve becerikli olmalı ki zalimliğe tevessül etmiş şahsiyetin de zulme ortak olduğunu ve aslında mazlumdan yana olması gerektiğini ifade edebilecek kadar etkin olmalı. Burada çok büyük hatalar dizgesi ortaya çıkmıştır. Bu hatalar dizgesini biz de yaptık. Bu hatalar dizgesini Alevi kurumları da sivil toplum örgütleri de yaptı.”

‘Alevi toplumu öncelikle Alevi olmalı’

Yeni dönemde Alevi toplumuna düşen görevlere ilişkin olarak da Bülbül, şunları söyledi: “Alevi toplumu, öncelikle kendi inancı ile özdeşleşir, inancını özümser, tarihiyle tanışık olursa şöyle bir şey ortaya çıkar; Alevilikte çaresizlik yoktur. Bu, şu anlama geliyor; insan, can, derviş, talip, mürşit; konumu her ne ise insanın, bir üretken bireydir. Düşünce, emek, değer üreten; dolayısıyla şu pasifist ruhu, şu beklenti içinde olan ruhu bir yana bırakmak lazım. Böyle bir dünya yoktur. Hepimizin içinde aktif olduğu, kendi vaziyetine, yeteneklerine, olanaklarına göre rol aldığı bir şeyle ancak sistematik bir başarı sağlanabilir. Yoksa ‘ben, sana görev verdim, git beni kurtar’ gibi bir şey yoktur. Dolayısıyla Alevi toplumu öncelikle Alevi olmalı. Alevi olmak demek, yaşamın içinde aktif olmak, yaşamı sorgulamak demek. Sorgulanmamış bir yaşam, yaşam değildir. 2600 yıl önce bunu Sokrates söylemiş. Bunu bugün bizim yol ulularımız da söylüyor. Alevi olmak demek, yaşama etkin katılmak, örgütlenmek, demokrasi mücadelesi içerisinde olmak demektir. Alevi toplumu şöyle sanıyor; gidip bir seçim mitingine katılmak ya da seçim çalışması yapmak… Tamam doğru, bu da bir araç fakat yeterli değil. Bir siyasi partide görev almak, görev alırken sorumluluğunu bilmek ve toplumu beraber örgütleyebilmek… Yani ortaya bir eylemsellik, devinim, düşünsel bir dönüşüm koyabilmeli. Aynı şeyde ısrar edip durmak olmamalı. Şu Alevi inancını, şu siyasi anlayışlardan biraz ayrı tutalım bakalım. İnancın kendisinin ortaya çıkardığı bir enerji var. ‘İnanç, siyasetten kopuk olsun, siyasetle asla buluşmasın’ demiyorum. Buluşsun. Fakat öncelikle inancın kendisinin örgütlediği birey, toplum, yaşam var. Ocaklar bunun kendisi zaten. Alevilerde ocak sistemi neden var? Bu ocak sistemi, bir örgütlenme biçimidir. Şimdi ise Aleviler derneklerde örgütleniyor. Peki derneklerde nasıl örgütleniyor? 3 yılda bir kongre oluyor, listeler çıkıyor, bir enerji gelişiyor. Ya da biri Hakk’a yürüyor ya da bir anma yıldönümü oluyor. Peki bunun dışında ne oluyor? Mesela ben yöneticilik yaparken dedim ki ‘Bizim Madımak Oteli’ne gitmemiz, bizim bir marifetimiz değil, toplumda oluşmuş bir şeydir. Gitmezsek bizi kınarlar’. Mesela biz ‘Eşit yurttaşlık istiyoruz’ eylemlerini yapmıştık ve yüz binlerce insan katıldı. İşte asıl etkinlik, eylem oydu. Şimdi, bugün Alevi kurumları oturup siyasete katılımı, dernekteki yönetim biçimini ve üyeleri, Alevi toplumu ile ilişkisini, Alevi toplumunun diğer toplumsal, inanç grupları ile ilişkisini, derneklerin topluma karşı görevlerini ve toplumun, dernekle olan ilişkisini, konjonktürel olarak içinde bulunduğu siyasi dönemin görev ve sorumluluklarını değerlendirmeli. Alevilerin paydaşları, doğal müttefikleri kimdir, bunları tespit etmeli. Bunlarla birlikte yeni bir strateji oluşturmalı. İnteraktif bir ilişki içerisinde olmak gerekir. O halde hemen bir eylem takvimi oluşturmak lazım. Yani ‘Sayın Kılıçdaroğlu’nu destekliyorduk seçilmedi, kaybettik, perişan olduk’ gibi bir atıl, pasif, inançla, Yol ile erkan ile alakası olmayan bir tutum, Alevi toplumunun tutumu olamaz. Hemen şu andan itibaren bütün kurumlar buluşmalı, yeni bir eylem takvimi oluşturmalı. Bu eylem, takvim içerisinde dediğim süreçler için ne yapılacağı konusunda planlı süreçler olmalı.” (Kaynak: PİRHA)