SUR AJANS- Merkez üssü Kocaeli'nin Gölcük ilçesi olan 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi'nin üzerinden 25 yıl geçti. Marmara bölgesi dahil olmak üzere Ankara’dan İzmir’e kadar hissedilen depremde, resmi rakamlara göre 17 bin 480 kişi yaşamını yitirirken, 23 bin 781 kişi ise yaralandı. 505 kişi de engelli olarak yaşamını idame etmek zorunda kaldı. Yine resmi rakamlara göre; 285 bin 211 ev, 42 bin 902 işyerinde hasar meydana geldi. Ayrıca yaklaşık 16 milyon insan, depremden etkilendi.
2023 yılına gelindiğinde 6 Şubat’ta Maraş merkezli yaşanan depremlerde ortaya çıkan tablo, Marmara Depremi’nden hiçbir ders alınmadığını gösterirken, Maraş merkezli iki deprem de resmi rakamlara göre 53 bin 537 kişi, Suriye’de ise en az 8 bin 476 kişi yaşamını yitirdi. 14 milyon kişinin etkilendiği depremde, çok sayıda konut ve işyeri yıkıldı.
Tüm bunların yanında beklenen büyük İstanbul depremine dair tartışmalar ise sürüyor.
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) İnşaat Mühendisleri Odası bünyesinde örgütlenen Özgür Baretliler’den Deniz Polat, Marmara ile Maraş merkezli depremlerden sonra alınmayan önlemlere ve beklenen İstanbul depremine ilişkin Mezopotamya Ajansı’na (MA) konuştu.
Rant odaklı kent yönetimleri
Marmara depreminin ilk büyük deprem olmadığını Türkiye’de 500, 600 yıldır sarsıntıların olduğunu ve can kayıplarının yaşandığını belirten Polat, “Burada bizi şaşkına çeviren Marmara gibi ekonomik olarak Türkiye’nin kalkınmasındaki en yüksek bölgede olan Kocaeli’nden tutunda Yalova, Sakarya, İstanbul dahil olmak üzere birçok binanın yerle bir olduğu gerçeği. Ekonomik olarak Marmara Türkiye’nin kalbi olduğu için büyük bir ekonomik kayıp da yaşandı. Peki, burada neden bu kadar büyük kayıplar yaşandı ve ondan sonra neler değişti? Kentler yönetilirken rant odaklı yönetiliyor. Bu özellikle 1980 yılından sonra daha köyden kente göçlerle beraber ihtiyaç duyulan yeni konutlara, yeni imar alanlarının açılmasıyla başladı. Bu özellikle sanayileşen büyükşehirlerde meydana geldi. Bu imar alanları genelde ranta dayalı açıldı. Yani ahbap çavuş ilişkileriyle hiç imar verilmemesi gereken yerlere, fay hattının üstüne veya dere alanlarına, alüvyon zeminlere imar verildi. Bu inşaatlar sadece kar odağıyla, herhangi bir denetime tabi tutulmadan ve bazı kalitesiz malzemelerle yapıldı” diye belirtti.
Deprem yönetmelikleri ve uygulamalar
Deprem yönetmeliklerine de değinen Polat, “Gelişen teknolojik gelişmelerde o dönem bizim kullandığımız 1970’li yıllara ait yönetmelikler gerekli ihtiyaçları karşılamıyordu. 1999 yılının hemen ardından ise deprem yönetmeliğinde güncelleme yapıldı. Yapı Denetleme Kanunu değişti, sonra Yapı Denetim Kanunu tamamen içi boşaltılarak devam etti. Deprem yönetmeliği 2007 yılında bir daha değişti ve daha da ağırlaştı. En sonunda da 2018’de bir daha değişti. Daha da ağır şartlar getirildi, daha yüksek önlemler ve daha detaylı araştırmalar yapılarak üst yapıda depreme dayanıklı yapılar tasarlıyoruz. Ancak özellikle Hatay, Maraş depreminde gördüğümüz üzere yanlış imar uygulamalarının olduğu yerlerde dere havzalarında, alüvyon havzalarında hasarlar meydana geldi. Burada şu ortaya çıkıyor; Belediye meclislerinin imara verdikleri yerlerde yapıların uygulanabilir kriterleri arasında maddi ve ekonomik ömürleri arasında bir değişiklik oluşmuş” şeklinde konuştu.
'Devlet ve belediye görevini yapmıyor'
Yasaların “yeterli” olduğunu ancak uygulamada eksiklik yaşandığını vurgulayan Polat, Mereş merkezli depremlerde asıl sorumluların belediye personelleri olduğunu ancak onların yargılanmadığını belirtti. Yargılananların daha çok bina projesi yapan statikçi mühendisler olduğunu ifade eden Polat, statikçi mühendislerin bina yapımından sonra denetleyici olmadığını dile getirdi. Polat, sözlerini şöyle sürdürdü: “Çok fazla statikçi hiç sorumlulukları olmamasına rağmen binalarda değişiklikler olmuş, altında kolon kesilmiş veya binanın bir korozyona tabi tutulmuş. Statikçi arkadaşlarımızın bunları takip etmek gibi bir zorunluluğu olmamasına rağmen hapisteler. Ama bunu takip etme zorunluluğu olan belediye bürokratları hiçbiri hapiste değil, aslında hapiste olması gereken bu kararları verenler ve denetlemeyi yapmayanlardır. Burada devlet ya da oradaki yerel yönetim bütün sorumluluğu özel sektöre atmış durumda. Halbuki buradaki tek sorumlu devlet ve yerel yönetimdir. Yüzyıllarca yıldır bostan, tarla olarak kullanılan alanı imar izni verirseniz burada muhtemelen bir rant, ticari ilişkisi ortaya çıkar. Buna Maraş’taki Ezgi Apartmanı’nı örnek verebiliriz. Yapının statistikçisi tespit ediyor ve belediyeye başvuruyor. Altta lüks bir restoran gelip kolon yıkıyor. Belediye geliyor oradaki o kolonun kesildiğiyle ilgili işlem yapmıyor. O bina 50 kişi öldü. Statistikçi binanın projesini yapar geçer ama birinin gelip kolon kesme durumunu denetleyecek birim belediyedir. Türkiye’deki problem devletin, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın, belediyenin üstüne düşen sorumluluğu yerine getirmemesidir.”
Çözüm önerileri
Uzmanların İstanbul’da beklenen deprem ile ilgili uyarılarını hatırlatan Polat, bunun çözümünün olduğunu vurguladı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin (İBB) deprem için seferberlik ilan etmesi gerektiğinin altını çizen Polat, çözüm için şöyle konuştu: “Öncelikle daha önceden imar verilmiş ama orada yapı yapılması sorunlu olan alanları belirleyecekler. Bunlar çok basit haritadan uydu fotoğraflarıyla da belirlenebilir ki zaten belli. Bunlar İstanbul Teknik Üniversitesi’ndeki (İTÜ) hocalarımız zaten belirlemiş durumda. Bu kentte gökdelen yapılmış olan ama herhangi bir yapının yapılmaması gereken yerler var. Bunların tespit edilmesi ve oralarında park bahçeye dönüştürülmesi gerekiyor.
Bina envanter sayısı çıkarılmalı
İkincisi mevcut bina envanterinin bir an önce çıkarılması gerekiyor. Belediye bir çalışma yaptı. Tam anlamıyla yapılmadı ama olumluydu. Bu proje sonucunda İstanbul'da kaç bina var, bu binaların ilk statik projelerinde konut olarak mı kullanılıyor ona bakılmalı. Çünkü daha sonra birçok bina, örneğin tekstil atölyesi olarak kullanılıyor. Konut dediğimiz yerde metre kare de 250 kilogram (kg) bir yük olduğunu varsayar ona göre hesap yaparız. Ama oraya tekstil atölyesi makinelerini koymuş metre karede 500 kg yük var. Ve o bina kendi ağırlığı altında bile yıkılıyor, görüyoruz her ay İstanbul’da bir bina yıkılıyor. Bunlar depremde ciddi hasar alacak binalar.
Güçlendirme
Üçüncüsü Türkiye’de çok yanlış bir algı var. Türkiye’de siyasi erke, depremle mücadeleyi sadece şöyle algılıyor; ‘Yıkalım, yenisini yapalım’ İstanbul'daki bina sayısını atıyorum 6 milyon varsayarsak, tam sayı elimizde yok. Bu kadar binanın yıkılıp sonra bir yere depolanma hacmini düşünebiliyor musunuz? İstanbul’daki binaları yıkarsak molozlardan bir tepe oluşur. Bunları nereye koyacağız? Belediye, ‘kentsel dönüşüm yapıyoruz’ diyor. Evet bazı binalarda muhakkak yapılmalı ama güçlendirme diye bir şey var. Japonya, Amerika’daki bazı bölgeler güçlendirmeyle ileri mühendisliği kullanarak depreme dayanıklı kentler yapmış durumda. Bizim daha mı çok paramız var Japonya’dan, biz niye yapamıyoruz? Güçlendirmeyle İstanbul’da yüzde 50’ye yakın binayı depreme dayanıklı hale getirirsin. Diğer yüzde 50 ise yıkılıp yapılması gerekiyor. Ayrıca yıkılan binaların da maliyetlerinin fonlanması gerekiyor.”
İstanbul’un depreme hazırlanmasında 5 yılın yeterli olduğunu vurgulayan Polat, hemen harekete geçirilmesi gerektiğini söyledi. Polat, sözlerini şöyle tamamladı: “Normalde denetimi belediyelerin yapması gerekiyor. Ama halkın artık deprem bilincine sahip olması gerekiyor. Çünkü oturduğun binanın altına bir kafe yapılırsa hayatını etkileyebilir. Nasıl mutfakta bir sorun çıktığında hemen müdahale ediyorsanız aynı şekilde oturduğunuz binada bir tehlike durumu varsa onu anlamak, onunla ilgili de gerekli başvuruları yapmak gerek. Çünkü her dakika her yerde deprem olabilir. O yüzden halkın bilinçlenmesi gerekiyor.”