Mehmet Altun’un tek bölümde toplanmış ve 72 birimden oluşan beşinci şiir kitabı ‘Misk-i Amber’ kitapçı raflarındaki yerini aldı.

Altun’un son olarak Kasım 2010’da Türkçe-Kürtçe çift dilli olarak yayımlanan ‘Lapis Lazuli’ adlı kitabı şiir okurları ile buluşmuştu.

İthaki Yayınları tarafından Nisan ayında yayınlanan ve kapak tasarımını Hamdi Akçay'ın yaptığı kitabın editörlüğünü Devrim Horlu, yayın yönetmenliğini ise Alican Saygı Ortanca yapmış. Kitapta yer alan ve ilk on birimi hariç diğer 62 biriminin tamamı daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış olan şiirler 1’den 72’ye kadar numaralandırmış ve 1 ve ∞, 2 ve ∞,3 ve ∞,... şeklinde ilerliyor.

mehmet altun

Şair Mehmet Altun

‘Şiirsel kavrayış bakımından güçlü bir imge’

Kitapta yer alan şiirlerin salt edebi ve estetik kaygıyla yazılmış eserler olmadığı; aynı zamanda son 12 yılda ulusal ve evrensel açıdan dünyanın içinde bulunduğu sarsıcı döneminin de bir tür poetik kaydı niteliğinde olduğu anlaşılmakta.  Bu yanıyla şiirler hem tek tek bağımsız eserler olarak hem de kitap bütünlüğü içinde belli bir söyleyiş ve tanıklığı ortaya koyuyorlar.

Şiirsel kavrayış bakımından güçlü bir imge dünyasının zengin bir dilsel yetkinlikle desteklendiği eserde, fonetik açıdan melodinin ve ritmin özenle çalışıldığı lirik bir söyleyiş hâkim kılınmış. Bu yanıyla şiirlerin ziyadesiyle demini aldığı, uzun süre boyunca dikkatle çalışıldığı görülüyor. Kitap her ne kadar 12 yıllık bir birikimin kaydını tutsa da; güncel konulara yabancılaşmadığı, günceli de özenle işlediği anlaşılıyor.

Özgün bir çıkış

Eserin belki de en göze çarpan yanı, kadim olanın güncel olanla kurduğu ilişkide saklı. Altun’un bu çalışmada kutsal metinleri derinliğine ele aldığı, mitolojik ve arkaik olanın sırlarını çözmeye çalıştığı seziliyor. Bu durum kitabın bütününe biçimsel açıdan bakıldığında daha net bir biçimde izleniyor. Şiir adları bunun en belirgin örneği niteliğinde. Zira sonsuzluk imgesinin rastlantısal olmadığı, kitabın tamamı okunduğunda açıkça görülebiliyor.

Öte taraftan şairin bu eserinde kurduğu dil, başka hiçbir şairle açıkça benzeşmiyor; hiçbir söyleyişle ortaklaşmıyor. Bunun yanında duygu açısından da bir o kadar yoğun ve özgün bir eser olduğu görülüyor. Eser her ne kadar tanıdık durumlar, bildik koşullar, ortak insanlık sancılarına işaret etse de; Altun kendi yolunu açmış, kendi dilini kurmuş olarak çıkıyor karşımıza.

Öte taraftan şair toplumsal ve kültürel çatışmalara tanıklık ederken; gördüklerinin yanından geçmek yerine, tanıklığının parçası olmayı seçiyor; kendini yüzleştiği sorunlara karşı sorumlu addediyor. Bu nedenle de şiirler okuyanı içine alıyor, akıp giden hayatın öznesi haline getiriyor.

Kitabın içinde kısa bir alıntıda şair tanıklığını şöyle aktarıyor:

“gel sonra huzuruna gecenin

ömrün nasıl muskalara inat acılar çektiğini gözlerinle gör

gör kalp sadece sevginin değil

içinde vefasız oğulların ve kızların özlemi kor olan

çaresiz bir kuyunun da yurdudur

çok yorma özlemlerini

zencefil kokulu çayların içildiği damları da unutma”

SUR AJANS

Editör: Haber Merkezi