Meteliği yoktu ama itibarsız da değildi…

Paketi 60 lirayı aşan sigarasından bir dal kalmıştı. Elini cebine attı ve 73 lira para saydı. Bir paket sigara ve bir simit alabilirdi.

Akşamüzeriydi ve evde kalmaktan sıkılmıştı. Kendini dışarı attı ama nereye gideceğini bilmiyordu. Ofis tarafına mı geçecekti, Sur’a doğru mu, karar veremiyordu.

Cebindeki bozuk 3 lirayı elinde evirdi çevirdi. Yazı tura mı atsaydı, bilemedi. Baktı ayakları Sur’a doğru yol alıyor ve düştü adımlarının peşi sıra Dağkapı yoluna. Dağkapı Meydanı’na vardığında güneş etkisini yitiriyordu yavaş yavaş.

Dağkapı Meydanı’nı usul usul geçti. Koca meydanda beş on kişi yürüyordu. Çay ocaklarında oturanlara baktı. Kaçak çaylarını yudumlayarak hararetli sohbetlere dalanlara gözü takıldı. Oturup bir çay içse simit alacak parası kalmayacaktı. Çevirdi yüzünü Sur’a doğru ve yolun karşısına geçiverdi. Dağkapı’dan Sur’a giriş yaparken kalabalıklaştı yürüyüş güzergahı. Nebi Camii önündeki boyacılar yerini ciğer kebap dumanına bırakmıştı. Aç karnına mangaldan yükselen ciğer dumanı arasından geçerken içi geçti. Olsaydı parası bir dürüm ciğer hiç de fena olmazdı. İç geçirerek adımlarını sıklaştırdı ve yoluna devam etti. Gazi Caddesi boyunca ciğer, kebap kokuları arasında Hasan Paşa Hanı’nın kaldırımında Balıkçılarbaşı istikametine doğru yürüdü. Hedefinde Mardinkapı surlarının üzerinde kalan tek dal sigarasını yakmak vardı.

Karnı da iyice acıkmıştı. Fırından taze çıkmış bir simidi hak ediyordu. Zaten parası da başka bir şeye yetmiyordu. Yol üstünde bir simit ve az ötede bir paket de sigarasını aldı. Artık cebinde tek meteliği yoktu. Surların üzerine çıkmadan caminin çeşmesinden birkaç yudum suyunu da aldı. Simidini yerken ara ara suyunu da yudumluyordu. En azından midesine bir şeyler girmiş ve dizlerine biraz da olsa derman gelmişti. Artık surlara rahatça çıkabilirdi.

Surların merdivenlerini bir bir tırmandı. Mardinkapı Surlarının üzerinde tek dal sigarasını çıkardı. Yeni paketini de eliyle şöyle bir yokladı. Sigaranın devamının olması biran için güven vermişti ona. Meteliksiz de kalsa bir paket daha sigarası olduğunu bilmek iyi gelmişti. Çakmağını çıkardı ve yaktığı sigaranın dumanını ciğerlerine çekti. Ciğer yiyememişti ama ciğerlerini duman altı etmeyi başarmıştı.

Gün yavaş yavaş batmak üzereydi. Hevsel’i seyretmenin tam zamanıydı. Surlardan Hevsel’in yeşiline bakmak iyi gelmişti. Beş parasız kalmasını bile biran için unutmuştu. Bir iki yudum daha çekti sigarasında ve derin derin düşüncelere dalmanın vakti gelmişti.

Bir iş bulması gerekiyordu, yoksa borçlanarak nereye kadar gidecekti… Cebindeki son parası da bir paket sigaraya gitmişti. Yarın için her şey çok daha zor olacaktı. Neyse, boşver bunları dedi içinden, manzaranın tadını çıkar. Hevsel’e doğru üfledi ciğerlerinden arta kalan dumanı. Birkaç yudum daha çekti ve sigaranın izmaritini Sur’un bazaltına bastırdı. Yeni paketi hemen açmak istemedi. Ne de olsa paket bir açıldı mıydı nasıl bittiği belli olmuyor. Biraz kendini oyaladı. Beş parasız kalması dışında bir şeyler düşünmek istiyordu. İzlediği filmlerden en komik sahnelerin en beğendiği repliklerini içinden tekrarladı. Yüzüne bir gülümseme geldi. O gazla eli yeni pakete gitti. Bir dal sigara daha yaktı. Eninde sonunda açılacaktı o paket.

Bu sefer daha yavaş içmeliyim diye düşündü. Sigarasından kesik kesik birkaç yudum aldı. Sigara da korkuyla içilmez ki, diye geçirdi içinden. Parasızlığın gözü kör olsun dedi. Sesi surların üzerindeki rüzgara karıştı. Birkaç nefes daha aldı ve yeniden izmariti bazalt taşlara bastırdı. Yeni paketin ilk dal sigarası da bitmişti. Surların üzerinden Kırklar Dağı’na Ongözlü’ye doğru bir bakış attı. Yavaş yavaş mırıldandı: “Kırklar Dağı’nın düzü, ziyaret çarptı bizi…”

Türküsü bittiğinde yüreğini bir hüzün kapladı. Hava yavaş yavaş kararmaya başlamıştı. Artık Surlardan inmeliydi. Ama nereye gidecekti, aklına bir şey gelmiyordu. Nereye gideceğini bilmemek ne de zor gelmişti. Cebinde metelik yok, gideceğin yer belli değil ama olduğun yerde de kalamazsın. Belirsizlik içinde Surların üzerinden aşağı doğru merdivenlerden indi. Geldiği güzergahı takip ederek yola koyuldu. İstemsizdi adımları ve akşam karanlığında yüreğine kara bulutlar çöktü. Yanından geçenleri görmüyordu sanki. İçmeden sarhoş gibiydi.

Bir ses çınladı kulağında bir onu çağırıyordu. Birden irkildi, sesin geldiği yöne baktı. Karşı kaldırımdan kendisine doğru yaklaşan uzun zaman görmediği bir arkadaşıydı. Zayıf bedenini sıkıca saran kollar arasında kendini mengenede hissetti. Ama karşılık da vermeliydi. Mahçup bir halde arkadaşının sırtını sıvazladı. Ayak üstü hal hatır ettikten sonra, bir yerlerde oturup 2 çift laf etmek gerekirdi. Ama cebinde metelik yoktu ve hesabı arkadaşının ödemesine de gönlü razı gelmiyordu. Ne de olsa kendi memleketinde karşılaştığı arkadaşını misafir etmeliydi.

Çayın en ucuz olduğu bir yere de gitseydi, yine de nafile. Sıfır kuruş… Bir yandan yürürken bir yanda da düşünüyordu. Kendini hiç böyle çaresiz hissetmemişti. Kendisi günlerce aç susuşuz gezebilirdi ama uzun zamandır görmediği arkadaşına bir çay ikram etmeliydi. Param yok ama en azından itibarım var diye geçirdi içinden. Banka kartı da boştu ama kimden borç alabilirim diye düşündü. Evet, başka çaresi yoktu. Ama sakin bir kafayla düşünmeye ihtiyacı vardı. Borç almalıydı ve peşin parayla ödeme yapmayacağı bir yerde oturmalıydı. Çay paraları daha tuzlu gelecekti ama olsun. Sur içinde tarihi bir konakta soluğu aldılar. Kaçak çaylar yudumlanırken sohbet koyulaştı. Arkadaşı konuşurken, onun kafasında tek şey dönüyordu: Kimden borç alabilirim? Aklına üniversiteden bir arkadaşı geldi. Okul bittikten sonra hemen atanmıştı. Ne de olsa memurdu ve bugün de maaş günüydü. Kesin parası vardır diye düşündü. Ama uzun süredir de hal hatır etmemişti. Şimdi birden nasıl borç isteyecekti. Bir mesaj yolladı: Merhaba. Baktı mesajı çift tık ama henüz görmemişti mesajı. Çayını yudumladı ve misafir olarak ağırlamaya çalıştığı arkadaşı konuşmasının sonunda topu kendisine atmıştı, kallavi bir soru eşliğinde. Konuştuklarının çoğunu dinlememişti bile. Ne diyeceğini bilmemişti ama neyse ki, garson Hızır gibi yetişti: Abi çayları tazeleyeyim mi? Tabii ki, çay yetmez, yiyecek bir şeyler yok mu, ne yersin? Buranın şusu busu meşhur falan filan derken soru kaynadı araya. Çaylar tazelendi, atıştırmalıklar geldi, muhabbet çay çorba işine döndü. Tam o sırada mesaj da mavi görüldü ve devamında merhaba… başladı bir mesajlaşma ve hal hatırdan sonra borç isteme faslına geldi. Hiç param yok demek içinden gelmedi. Kendini çaresiz göstermek istemiyordu. Durumunu zayıf göstermeden nasıl borç isteyecekti. Bir mağduriyet hikayesi de yazmak istemedi. İşin içine yalan da katmak istemiyordu. Doğru söylese olmuyor, yalan söylese olmayacak. Hiç bu kadar zorlanmamıştı.

Sonunda gözünü karartıp yazdı.

-Acil para lazım. Nedenini sonra açıklarım. Ciddi sıkışığım. Müsaitsen bin lira atabilir misin?. IBAN numaram…

-Tabii ki, ne demek lafı bile olmaz, ihtiyacın varsa daha fazla da yollayabilirim.

-Yok, yok bin lira yeter.

-Neyse ben 5 bin lira yolluyorum. İyi bak kendine, selamlar…

-Gerek yok, bin lira kafi.

-Boşver, keyfine bak, görüşürüz. 5 bin lira yolluyorum.

Bu güzel haber üzerine çayını yudumladı. Artık rahatlamıştı. Sohbetin, muhabbetin dibine vurabilirdi.

Artık misafirini en iyi şekilde ağırlayabilirdi. Diyarbakır kadayıfının tadına bakmanın tam zamanıydı. Fıstıklı kadayıfla çaylar yudumlanıyordu ki, telefonundaki mesaj sesiyle sevinci daha da katlandı. Hesabına 5 bin lira yatmıştı. Hem misafirini ağırlayabilecekti hem de en az bir hafta açlık çekmeyecekti.

Parası yoktu ama itibarı henüz vardı. Birden kendine bir özgüven geldi. Gözleri parlamaya, sesi gürleşmeye başladı. Sohbetten tat alamaya başlamıştı. Derken, hesap vakti geldi. Arkadaşından izin isteyip masadan kalktı ve çaktırmadan bir çırpıda hesabı ödeyip döndü.

Oturdukları yerden dışarı çıktıklarında vakit bir hayli geç olmuştu. Arkadaşını eve davet etmek istedi ancak evin hali misafir ağırlayacak durumda değildi. Yine de eve gidelim deyiverdi. Neyse ki, arkadaşı otel rezervasyonunu yapmıştı ve kalacağı otelin de tam önünde durmuşlardı.

Vedalaşıp ayrılırken, bu sefer arkadaşından önce davrandı. Sıkıca sarıldı ve gönlü rahat bir şekilde ertesi gün için yeniden görüşelim dedi. Ama son gecesiydi ve sabah erkenden gitmesi gerekiyordu. Gecenin karanlığında uzaklaşırken el sallayarak son bir veda daha…

Yeniden Dağkapı Meydanındaydı ama artık adımları gideceği yeri biliyordu. Cebinde olmasa bile hesabında 4 bin liradan fazla parası vardı. En yakın ATM’ye gitti ve hesabındaki paranın 2 bin lirasını çekti. Cebinde paranın sıcaklığını hissetmek ona güven verdi.

Evin yolunu tutarken, yol üstündeki şarküteriden kahvaltılık bir şeyler aldı. Sabahı garantilemişti ve artık günün yorgunluğunu deliksiz bir uyku ile atabilirdi. Yalnızlığını ve işsizliğini unuttu, yastığa başını koyduğunda derin bir uykuya daldı.