Türkiye’deki seçmen paradigmasının değiştiğine ve iktidar adayı partilerin bunu göz önünde bulundurarak politik açılımlar yapması gerektiğini ifade eden Dicle Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Rüstem Erkan, CHP’nin vizyon belgesindeki eksikliklere işaret ederken, muhafazakar kesimden kopan seçmeni kucaklayacak politikalara ihtiyaç olduğunu söyledi. Özel Haber: Ali Abbas Yılmaz İletişim devrimiyle birlikte seçmen paradigmasının değiştiğini, yeni trendin daha çok özgürlük üzerinden şekillendiğini ve muhafazakar kesimden özgürlüğe doğru bir kaçış olduğunu ifade eden Prof. Dr.  Erkan, “Ben burada o eski paradigmadaki gibi kemikleşmiş bir muhafazakar-milliyetçi-sağ seçmen olmadığını, bunların da aslında CHP’ye oy vereceklerini, özgürlük peşinde olan ve az çok liberalleşmiş, bireyselleşmiş seçmen olduğunu. Dolayısıyla CHP’nin o yönde ilerleyerek çok oy alamayacağını değerlendirmeye çalıştım. Çünkü o kitleye hitap eden bir partiler var. Oradan seçmenin kopabilmesi için Cumhuriyet Halk Partisi’nin onun dışında bir şey söylemesi lazım. Yani ben sizden daha muhafazakarım, ben sizden daha fazla İslam’a yakınım, daha dindarım gibi bir söylemle o kitleden oy alamayacak. Aslında oradan özgürlüğe doğru bir kaçış var; onların temsilcisi ve onların taleplerini yerine getirmesi gerektiğini söylüyorum” dedi. Dicle Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Rüstem Erkan Dicle Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Rüstem Erkan, Türkiye’deki seçmen paradigmasının 1970’li yıllara göre değiştiğini ve siyasi partilerin bu değişimi göz önünde bulundurarak pratik politik açılımlarda bulunmaları gerektiği üzerine Sur Ajans’a değerlendirmelerde bulundu. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na verilen hapis cezası ve siyasi yasak kararının ardından tekrar gündeme gelen 6’lı masanın Cumhurbaşkanı adayı konusunda da sorularımızı yanıtlayan Prof. Dr. Rüstem Erkan, adayın açıklanmasına ilişkin de değerlendirmeler yaptı. Dicle Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Rüstem Erkan, Türkiye’de değişen seçmen paradigması ışığında muhafazakar-sağ kesimden kopan kitleleri kucaklayacak politikaların oluşturulması ve CHP’nin vizyon belgesindeki eksiklikler üzerine önemli değerlendirmelerde bulundu.

'Yeni trend daha çok özgürlük üzerinde oluşuyor'

Türkiye’nin seçmen paradigmasının değiştiğine vurgu yapan yazılarınız var. Türkiye’deki siyaset sosyolojisi yeni seçmen paradigmasını nasıl okumalı ya da söz konusu paradigmayı kavramayan, pratik politik açılımlarında bunu gözetmeyen partilerin 2023 seçimlerinde iktidar alternatifi olarak çıkması mümkün mü? Prof. Dr. Rüstem Erkan: Türkiye’deki seçmen kümelenmesi 1970’li yıllardan başlayıp 2000’li yıllara kadar devam eden bir süreçte o döneme kadarki yorumlar, analizler ya da siyaset biliminin oluşturmuş olduğu kavramlar büyük ölçüde doğruydu. Yani, genelde şöyle bir analiz yapılırdı; çoğunlukla seçmenin yüzde 65 gibi bir oranı sağ-muhafazakar, geriye kalan yüzde 35’i ise sol-sosyal demokrat seçmenlerden oluşuyor. Dolayısıyla partiler ne tür bir politika oluşturursa oluştursun bu sağ-sol seçmen kümelenmesi içinde bir değişiklik konuşmayacağız üzerineydi. Fakat baktığımızda bu 2000’li yıllarda değişen bir süreç olarak ortaya çıktı. Yani 2002’de Genç Parti’nin bile yaklaşık yüzde 8 oy alması, Türkiye’de bu seçmen kümelenmesinin belli bir ölçüde değiştiğini gösteriyordu. Dolayısıyla siyasette etkili olan kişiler ya da sosyal bilimcilerin çok kavramları terk etmemesi 30-40 sene öncesi seçmen paradigması üzerinde değerlendirmeye neden oluyor. Oysa dünyadaki değişim, yeni-genç seçmen kitlesinin eğilimi artık Türkiye’de belirgin bir seçmen kümelenmesi olmadığını gösteriyor. Yani, şunu söylemek istiyorum; artık sağ-sol kavramları da birbirine geçmiş durumda. Dikkat edelim aslında Türkiye’de liberaller, liberal politikalar giderek sol olarak algılanmaya başladı. Hatta tanınmış bir çok sol politikacı ya da sol geçinen yorumcu, gazetecinin aslında yapmış olduğu değerlendirmeler ya da görüşleri büyük ölçüde liberal politikalar. Dolayısıyla bugün benim görebildiğim böyle bir seçmenin yüzde 60-65’i sağ yüzde 35-40’ı solda kümelendiği paradigmasının geçerliliğini yitirdiğidir. Bunu aslında son yerel seçimlerde açıkça gördük. Son yerel seçimlerde aday figürlerinden da kaynaklı, belli bir ideolojik kümelenme içerisinde yer almamasından dolayı, örneğin Cumhuriyet Halk partisi İstanbul’da yıllar sonra İmamoğlu ile yüzde 55 gibi bir oya ulaşmış oldu. Ankara’da ada aynısı oldu. Dolayısıyla bu şekilde düşünüldüğü zaman Türkiye’de seçmenin geniş kitlesi sağ ya da muhafazakar gibi düşünüldüğü zaman siyasi partiler de kendisini solda gören CHP de daha çok bu kitleye dönük bir politika oluşturmaya çalışıyor. Oysa artık öyle çok muhafazakarlık üzerinde okumak çok doğru değil. Yeni trend daha çok özgürlük üzerinde oluşuyor diye görüyorum. Bireysel haklar, özgürlük, kimlik hakları vs. Bu da her grupta her kümede her etnik kimlik ve her mezhepte insanların desteklediği ideolojik bir oluşum ortaya çıkıyor. Bunu hangi siyasi parti iyi değerlendirirse o eski paradigmanın dışına çıkacaktır.

İletişim devriminin seçmen paradigmasına etkisi

Söz konusu paradigma değişikliğini koşullayan faktörler nelerdir. Neler değişti de yeni bir paradigma oluştu? Prof. Dr. Rüstem Erkan: Dünyada ideolojilerin seçmen davranışını belirlemedeki etkisi azalmış oldu. Yeni olarak özgürlükler, doğa hakları, insan hakları ya da bireyselleşme daha çok yeni şeyler üzerinde oluşmaya başlıyor. Sovyetlerin 92’de dağılmasıyla ideolojinin etkisi giderek azalmaya başlamış ve giderek de günümüzde artmış oldu. Dünyadaki bütün seçimlere baksak aynı trendi görüyoruz. Bu aslında küreselleşmenin bir sonucu. İnsanlığın birinci büyük devrimi tarım devrimi, ikincisi sanayi devrimi, üçüncüsü ise günümüzde başlayan, 20-30 yıldır devam eden ve giderek zirveye yaklaşan iletişim devrimi; bütün ekonomilerde, toplumsal yapılarda, insanların düşünme biçimlerinde değişimlere yol açıyor. Bakın bugün Ukrayna Rusya savaşında kimse ideolojik bir tavır alamıyor. Rusya’yı desteklediğinizde sol bir tavır almış olmuyorsunuz. Dolayısıyla bu yeni dünyada daha farklı bir şekilde ortaya çıkıyor. Türkiye’de de bu biraz yanlış okunuyor. 70’li, 80’li yıllar gibi aslında Türkiye’de cemaatlerin de aşiretlerin de büyük ailelerin de hepsinin kontrol etme gücü azalmış oluyor. Burada birey öne çıkıyor. Bu bireyin en önemli talebi de aslında gündelik yaşamla ilgili. Yani hepsinin ortak yanı daha iyi yaşamak daha özgür olmak. Daha iyi yaşama, daha özgür olma sadece devletin politikalarına karşı değil, toplumsal yaşamın her alanında; aile içinde dahi hiyerarşiye, otoriteye karşı çıkmaya neden oluyor. Dolayısıyla özgürlük ve yenilik en önemli trend olarak ortaya çıkıyor.

'Muhafazakar partilerden özgürlüğe doğru bir kaçış var'

CHP’nin vizyon açıkladığı vizyon belgesinde, Türkiye’nin toplumsal gerçekliğine gözlerini kapayan bir noktada durduğuna ilişkin değerlendirmeniz var. Vizyon belgesinin eksikliklerle dolu olması ve CHP’nin böylesi eksikliklerle seçime katılması halinde bir iktidar değişimi açısından ciddi riskler taşımıyor mu, bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? 2023 seçimlerinde iktidar alternatifi bir ana muhalefet partisi için bu ciddi bir handikap değil mi? CHP nasıl bir politik hatta oturmalı ve topluma nasıl bir mesaj vermeli? Prof. Dr. Rüstem Erkan: Ben, CHP bunu görmüyor derken en çok şuradan hareket ediyorum: Cumhuriyet Halk Partisi sanki muhafazakar seçmenden oy alamıyor, burada problemli bir alan var ve bu düzeltilirse oy oranı artacak gibi bir beklenti içerisindeler. Dolayısıyla politikalarını belirlerken, helalleşmeden başlayarak bütün politikası aslında bu muhafazakar-sağ-milliyetçi denen seçmen kitlelerine dönük bir şey. Ben burada o eski paradigmadaki gibi kemikleşmiş bir muhafazakar-milliyetçi-sağ seçmen olmadığını, bunların da aslında CHP’ye oy vereceklerini, özgürlük peşinde olan ve az çok liberalleşmiş, bireyselleşmiş seçmen olduğunu. Dolayısıyla CHP’nin o yönde ilerleyerek çok oy alamayacağını değerlendirmeye çalıştım. Çünkü o kitleye hitap eden bir partiler var. Oradan seçmenin kopabilmesi için Cumhuriyet Halk Partisi’nin onun dışında bir şey söylemesi lazım. Yani ben sizden daha muhafazakarım, ben sizden daha fazla İslam’a yakınım, daha dindarım gibi bir söylemle o kitleden oy alamayacak. Aslında oradan özgürlüğe doğru bir kaçış var; onların temsilcisi ve onların taleplerini yerine getirmesi gerektiğini söylüyorum. CHP’nin vizyon belgesi çoğunlukla Cumhuriyet Halk Partisi ekonomiyi yönetemez üzerine kurulu bir şey. Son dönemde Sayın Kılıçdaroğlu’nun çok dış sermaye arayışı içinde olması nedeniyle dış dünyada itibarlı olan iktisatçılarla, onları da partiyi destekleyecekler, politikalarına katkıda bulunacaklar yaklaşımından hareket ediyor. Tabii o katılan kişiler hepsi dünyada değerli insanlar, önemli bir katkısı olur ama Türkiye’nin asıl sorunları olarak gördüğümüz yani, dışarıdan gelen sermayeyle Türkiye’de bugün gelinen yerdeki yoksullukla, işsizlikle çok mücadele edilemeyeceği, gençlerin taleplerini karşılamada, sadece Türkiye’ye İngiltere’den gelecek sermayeyle yakın zamanda bir şey yapılamayacağıdır. Çünkü bunlar kapitalizmin yapısal sorunlarıdır. Aslında İstanbul Maltepe mitinginde Kemal Kılıçdaroğlu söylemişti: Neoliberal politikalar insanları eziyor. Bırakın ezsinler söylemine karşı çıkıyoruz demişti. Ama bu vizyon belgesinde tam ona aykırı şeyler vardı. Toplumun beklentisi daha farklı. Kürt sorunu üzerine orada bir şey yok. Bölgeler, kentler arası eşitsizlik konusunda vizyon belgesinde ciddi bir yaklaşım yok. Sadece YÖK’ü kaldıracağız söylemi artık çok önemli değil. Eğitimin her aşamasında yeni yaklaşımlar gerekli, önemli problemler var. Sağlıkta, özel hastanelerdeki fiyat artışı vs. bunlar üzerinde ciddi bir şey yok. Yani, oy getirebilecek sorun alanları, Türkiye’nin asıl toplumsal sorunları üzerine vizyon belgesinde ciddi bir vurgu yok. Bunlar yetersizdi anlamında söyledim. Zaten etkisi de toplantı günü ile sınırlı kalmış oldu. Biraz daha çok dijitalleşmiş bir gösteri gibi geçti. Asıl mesele Türkiye’nin köklü sorunları üzerinde doğru politika oluşturmak diye düşünüyorum. imamoğlu

'Türkiye’de bir değişim isteği var fakat bunu karşılayacak bir aday henüz ortaya çıkmadığı için seçim atmosferine girilmiyor'

İstanbul seçimlerinde Karadenizlilerden, Kürtlerden ve Balkan göçmenlerinden oy alan Ekrem İmamoğlu yerine 6’lı masanın başka bir aday ile seçimlere katılma ihtimalini nasıl değerlendiriyorsunuz, ya da 6’lı masanın adayı nasıl bir profilde olmalı? Prof. Dr. Rüstem Erkan: 6’lı masayı İmamoğlu meselesi çok zorlayacak gibi gözüküyor. Çünkü İstanbul seçimlerinden sonra İmamoğlu doğal bir aday olarak öne çıkmıştı. Çünkü muhalefetin kazanamaz algısını tersine çevirdi. İkinci seçimde de açık farkla öne geçti ve İmamoğlu kazanır algısı ortaya çıktı. Şimdi İmamoğlu dışında bir aday ile seçime girer ve kaybederlerse bunun maliyeti muhalefet için çok ağır olur. Çünkü toplum o zaman, İmamoğlu kazanacaktı, aday göstermediniz, sorumlusu sizsiniz diyecektir. Bu Türkiye’deki siyaseti bitiren bir duruma gelir. Hep anketler üzerinde konuşuyoruz; kim kazanır, kime oy verilir. İşte 3 buçuk sene önce bir eğilim ortaya çıktı. Daha önce İstanbul’u kim kazanırsa Türkiye’yi de o kazanır, çünkü İstanbul Türkiye’nin en iyi temsil edildiği yerlerden biri. Şimdi böylesine güçlü bir algı varken, muhalefetin başka bir adayla seçime girmesi bence zor bir süreç gibi görünüyor. Bir de iktidar ve iktidarı destekleyenler en çok İmamoğlu’nun adaylığı üzerinden meseleye karşı çıkıyorlar. Son günlerde Kılıçdaroğlu’na en ağır eleştirileri yöneltenler giderek Kılıçdaroğlu’nu savunur hale geldiler. Dolayısıyla şunu söylemek istiyorum. Mevcut iktidar ve iktidar destekleyicilerinin de en çok korktukları aday İmamoğlu. Yine İmamoğlu’na dönük mahkeme süreci içinde Türkiye’de bir dalgalanma ortaya çıktı. Benim gördüğüm, aslında Türkiye’de bir değişim isteği var fakat bunu karşılayacak bir aday henüz ortaya çıkmadığı için Türkiye seçim atmosferine girmiyor. Böyle bir durum ortaya çıkar çıkmaz hemen Türkiye’de bir dalgalanma yaşanıyor gibi görülüyor. ekrem imamoğlu

'Süreç İmamoğlu’nun lehine işleyen bir duruma döndü'

İmamoğlu hakkında verilen karar, onun Cumhurbaşkanlığı adaylığının önünü kesmeye dönük bir hamle olarak görülüyor. Peki, burada 6’lı masa nasıl bir tutum takınmalı? Prof. Dr. Rüstem Erkan: Biz aslında Heraklitos’tan beri “Akan bir suda 2 kere yıkanılmaz” diyoruz ama bunun daha önce tekrarları yaşandı. Bunun kime yaradığı da görüldüğü halde Türkiye’de aynı şeyler yaşanıyor. Bu süreç bence İmamoğlu’nu güçlendiren bir süreç olmuştur. Söylenen sözle verilen cezanın (siyasi yasak) çok ağır bir ceza olduğunu herkes söylüyor. Dolayısıyla süreç İmamoğlu’nun lehine işleyen bir duruma döndü. Hep olağan şeyler dışında konuşuyoruz. Bu mahkeme süreci onama ile de sonuçlansa -İstinaf ve Yargıtay sürecinde- Türkiye tarihinde bugüne kadar görülen davalara baktığımızda bunun 6 ay içinde kesinleşmeyeceği de açıkça görülüyor. Buna rağmen bir siyasi yasaklıymış gibi bir konuma düşürmek de çok doğru değil. Burada mesele aslında süreci iyi yürütmektir. 6’lı masanın kendi içindeki tartışmaları ve Türkiye’yi iyi okumaları diye düşünüyorum. Peki, niye genel başkanlar aday olmadı? Bence Kemal Kılıçdaroğlu kendisi de aday olsa, kendi gösterdiği bir adayın da seçilmesi gücünü müthiş bir şekilde arttıracaktır. Kendisi Cumhurbaşkanı olmasa da bundan sonra Türkiye’deki siyasi tarih yazılırken, Türkiye’deki siyasi tarihi değiştiren bir insan, bir lider olarak ortaya çıkacak. Dolayısıyla hem parti içindeki konumunu hem Türkiye’deki konumunu hem de bundan sonra Türkiye siyasi tarihini okuyanlar açısından önemli bir figür olarak kalacaktır. Aksi durumda, yani aday olup kaybetmeleri durumunda da bu söylediğimiz şeyler olumsuz bir değerlendirmeyle anılacaktır diye düşünüyorum.

'Adayın 2023’ün ilk ayında Ocak sonu gibi açıklanması herkesin lehine olur'

6’lı masanın Cumhurbaşkanı adayını hala açıklamaması, bunu sürüncemede bırakması ya da seçim takviminin açıklanmasına ertelemesi doğru bir taktik midir, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Prof. Dr. Rüstem Erkan: Seçmenin ilgisini diri tutma açısından baktığımızda 6 ay içinde bu ilgiyi yüksek düzeyde tutma konusunda zorluk yaşanabilir. Kafalarında adayı netleştirdikten sonra bunun seçim takvimiyle açıklanması çok bir handikap yaratmaz. Fakat programlarını adayla birlikte açıklamaları etkili olur. Cumhurbaşkanı adayının da katıldığı toplantıda bunları ortak bir masada; ekonomik programının da Türkiye’nin önemli sorunlarına dair çözüm politikalarını da birlikte açıklamaları etkili olur. Bu her partinin tek tek açıklamaları, sanki Türkiye’de eski seçim dönemi gibi, bir başbakanlık seçimi yapılacak, parti başarısı çok önemliymiş gibi bir algı yaratıyor. Bence 2023’ün ilk ayında Ocak sonu gibi açıklanması herkesin lehine olur diye düşünüyorum. Çünkü seçim Mayıs gibi görünüyor. Bence sonraki 4-5 ay hem seçim propagandası için yeterli olur hem de genel seçmenin ilgisini diri tutma ve çözüm önerilerini aktarma anlamında yeterli olur. Ama tabii aday açıklama sürecini Mart’a kadar da uzatmak da çok doğru değil. Bence şimdiden adayını netleştirip, açıklamasını sonra yapmak daha doğru olur.