Müzik üretiminin toplumdaki karşılığının farkındalık oluşturma çabası olduğunu söyleyen sanatçı Welat Veda, iki dile hakim olmanın daha geniş hissettirdiğini belirterek, “Diller farklı olsa da tanımlar aynı şeylerdir. Aşk her dilde aşk, sevda her dilde sevda ve gözyaşının rengi yoktur” dedi.

welat-veda

Sanatçı Welat Veda

Yazar Metin Aydın Sanatçı Welat Veda ile müzik üzerine keyifli bir söyleşi gerçekleştirdi. Sanatın onu üreten bireye özgü niteliği ile toplumsallaşması arasındaki ilişkinin samimi bir dille anlatıldığı söyleşide insanın insani değerlerini korumasının paylaşımda düğümlendiğine işaret ediliyor.

“Yeryüzü nimetleri kimsenin değil herkesindir” yaklaşımını esas alan sanatçı Welat Veda, “Dünya iki şey üzerine kurulu; iyi ve kötü: Ben iyi olan herkese-her şeye ulaştırmayı seviyorum” diyerek, bencilliğin hüküm sürdüğü günümüz dünyasında, müziğin evrensel diliyle insanlık değerlerini diri tutmanın naçizane ısrarını sürdürüyor.

metin aydın

Metin Aydın

Hazırlayan: Metin Aydın

Welat Veda kimdir?

Küçük yaşlarda, zorlu hayat koşullarında, müzik eğitimleri almak için uzun vakit farklı işlerde çocuk işçiliği sömürüsüne maruz kaldı.15/16 yaşlarında kurduğu müzik grubu ile düğün, konser vb. özel etkinlikler sonucu birçok köy, kasaba, metropol ve farklı kültürel yapıdaki ülkeleri ziyaret etme imkanı buldu. Besteci ve orkestra şefi olan ağabeyinin katkıları ile Ege üniversitesi-Halk müziği konservatuarı-Dokuz eylül eğitim fakültesi-Dokuz eylül üniversitesi batı müziği konservatuarında uzun süre özel dersler aldı. Şiirlerinden oluşan birçok eseri içerisinden, Dinya bé welat (Ülkesiz dünya ) ve Listen-Dinle-Guhdar bike isimleri ile iki albüm çalışması yayınlanmış bulunmakta olan sanatçı; albümlerinde yer alan enstrümanların çoğunu kendisi icra etmiştir. Albümlerine Aranjör–Besteci-İcracı, yorumcu, yönetmen ve yapımcı olarak imza atmıştır. Hazırlamış olduğu 5 ten fazla albüm çalışması mevcut olan sanatçı, insan doğa evren hür yasalar ile yaşar düşüncesini işlerken, yapıtlarında doğru bilinen yanlışların dile getirilmesinden evrenin bütünlük zinciri ve savaş karşıtlığını kutuplaştırılmalara eleştirel yaklaştığı ve aşk adalet anlayışından dolayı birçok ambargoya maruz bırakıldı.

Aynı zamanda Sosyolog olan ve Felsefe grubu ile sosyal bilimler alanında eğitim almış olan sanatçı, her rengin diğer renklerin teminatı olduğunu düşünmektedir. Kurmuş olduğu kültür sanat merkezinde ve farklı Sivil toplum kuruluşlarında ve özel dersler ile her meslekten, farklı yaş gruplarına toplu ve bireysel sosyal -müzik dersleri vererek müzik grupları ve çocuk gençlik koroları oluşturdu.  Birçok projede yer alan sanatçı aynı zamanda yerelden evrensele –evrenselden yerele uzanan çalışmalar da yapmaktadır. Sosyal sorumluluk gereği, Uluslararası Sanat ve sosyal yaşam birliğini kuran sanatçı, aynı zamanda, Uluslararası aktivist sanatçılar birliği Mardin temsilcisi olarak faaliyet göstermektedir.  Okullarda Senfoni ve Sanat-Müziğinin evrensel boyutlarda toplumsal etkileri üzerine çocuk ve genç öğrencilere yönelik ABD, Japonya Fransa ve Türkiye bulunan profesyonel müzisyen, besteci, şef, sanatçı ve eğitimciler ile proje çalışmalarına yer vermektedir. İlk pilot okul olarak Mardin Kızıltepe de uygulanmıştır. Kısa bir süre sonra yeni birçok çalışma ile tekrar dinleyici ile buluşturacağı çalışmalarına devam etmektedir. Hali hazırda Uluslararası sanat ve sosyal yaşam ve uluslararası aktivist sanatçılar birliği ile Deniz kültür sanat ve spor derneği ile projeler üzerinde çalışmakta olan Sanatçı, evrensel insanlık ve doğa yasaları ile yaşamın daha huzurlu olacağını düşünmektedir. Daha adil, eşit, evrenin ruhuna aykırı olmayan, birlikte yaşamın güzelleştirdiği bir dünya bilinci ile çalışmaları devam etmekte.

Welat Veda

Welat Veda

‘Kuradan Welat çıkıyor’

-Sanat serüvenin nasıl başladı?

Her hayatın birçok yönden farklı izleri var. Gerçek anlamda sanat ile yolculuk yapanlar daha hissiyatlı, derin izler taşıyor, zamanda yolculuğun manevi boyutundan geçip duyusal yoğunluklar aktararak.

Çok sonradan farkına vardığım yokluğun içinde varlığı aramak ile başladı. Zamanla hassas kalpler için Cehenneme dönüştürülen bir nefeslik han olan dünyada Müzik ile Sanat yolculuğum.

Tam doğum tarihim net değil fakat 80 Darbesi döneminde doğdum diye bilinmektedir. Doğduğumda geleneklere göre isim haftasında (Heftek) büyükler toplanıyor ve herkes isim önerisi sunuyor. Kimi Kurtuluş olsun diyor (göbek adım) kimi farklı isimler kimi Welat olsun derken kura çekmeye karar veriliyor. Kuradan Welat çıkıyor. 5-6 yaşıma kadar Kürtçe ve biraz Arapça biliyorum. O yaşıma kadar Türkçe bilmeyen biriyim. İlkokula başladım ki, ilkokula başlama serüvenimin ayrı bir trajedi olduğunu uzun süren eğitim çalışmaları sorasında anladım. İki abim okula başlayacak. Bende evde durmayayım diye (bir yanım istekli büyüdüm diye, diğer yanım isteksiz) okula başlıyoruz.

Sınıfın en küçüğü benim. Birinci sınıftaki sınıf arkadaşlarım 10, 12 ve yaşlarında olanlar var. Cebime bir şey koymuşlar sonradan kimlik olduğunu öğrendim. Herkes sırasında otururken kimliklerini masanın üzerine karşılarına koymuş. Bekliyoruz. Kim olduğumuzu gösteriyormuş kimlik. Doğru dürüst Türkçe bilen yok. Birkaç defa sınıf tekrarı yapmış olanlardan biraz Türkçe bilenler var. Yoklama yapılıyor her ismi okunan “Buradayım” diyerek ayağa kalkıyor esas duruşta.

Benim ismim geçmediği için bende kalkmadım doğal olarak. Ama yoklamada bir kişi fazla görünüyor. Ta ki  “Neden buradayım demiyorsun?” diye kafama biri vurana kadar.

Çocuğum nereden bilebilirim ki, kimlikte başka biri edildiğimi… İçimden o ben değil, ben o değilim diyemeyişimin üzüntüsü ile…

Bu yaşanmışlık o zaman kelimelere dökemediğim ve 30 yıl sonra bitirebildiğim çocuk-kadın hakları, kimlik, göç ile annemin yaşanmışlıklarını kelimelere dökemeyişinden harmanladığım, “Zarokek bum ez Nasnameyek dane mi” ( Çocuktum bir kimlik verdiler bana ) adlı eserimin oluşmasına neden oldu.

Göç ettiğimiz batı şehirlerinde 1. sınıfı tekrar ederken, el zili ile elektrikli zilin farkını merak ettim. Çünkü geldiğim yerdeki zil farklı ve fizikseldi. Buradaki ise teneffüslerde bir görevli prize basıyor ve ses çıkıyordu. Meraklanmıştım. Sesin nasıl oluyor da kablolardan geçip oradaki sesi çıkardığını, öğrenme merakım kafamı kemiriyordu. 6 ay boyunca izledim, dinledim. Merak işte. Sonra bir fırsatını buldum ve teneffüste zile bastım. Ses mesafesini takip etmeye, akımı kendimce ölçmeye çalışıyorken, ikinci basmamda bir ses “HIŞŞŞT!” dedi. Arkamı döndüm, Müdür! Kızarmış ve mahcup olarak başımı öne eğdim. Gel gel yaptı. Kulak mememi sıkarak hala unutmadığım bir tokat attı. Şimdi ismini hatırlamıyorum fakat yaşıyor ve bulabilse idim, o Müdüre bugün gidip gerçek eğitimin ve aslında tüm yeteneklerin merak ile geliştiğini öğretmek isterdim. Sanırım bu tetikleyici etkenlerden eğitim boyutu ile ilgilenmeme neden oldu. Aslında her olumsuzluk olumlu şeylere gebedir.

11 -12 yaşlarında tiyatro ile tanıştım. Küçük oyunlar ve roller yazdım. Rol yapma yeteneğim olmasına rağmen hayatta rol yapmamam gerektiğine inandığımız ağır abilerin/ablaların demogojik algılarındaki katı zamanlardı. Ondan Öncesinde 8-9 yaşlarında kasetçalara kaset takıp, kasetçaları da sokağın penceresine bırakarak ozanları taklit ederdim. Elimde icrasından bir haber olduğum enstrüman ile sokaktan geçenler  “Vay ne güzel çalabiliyor, söylüyor” derdi. Kimi kanardı kimi kanmazdı benim icra ettiğime. Çabuk kandırılan bir toplumda yaşadığımı öğrendim. Zamanla ve kimseyi kandırmamam gerektiğini de.

12 yaşlarımda ilk konserimize çocukluk arkadaşım, Dostum Vasfeddin ile çıktığımızda, o bağlama icra etmiş ben şarkılar ile eşlik etmiştim. Ayaklarımız sandalyede otururken yere değmiyordu. O yaşta çok iddialı şarkıları söylememin yaşıma uygun olmadığını ve içgüdüsel hareket ettiğimizi anlayamamıştık. Alkışlar ve pankartlarda, kardeşlik, eşitlik, adalet, savaşlara hayır vb. yazılar sanırım hoşuma gitmişti. Tabii kavramların içeriğini bilmeden…

Konser gece yarısı bitmişti. Herkes kucaklıyor, el üstünde dolaştırılıyorduk. O dönemlerde sabah 3-4 te ise simit satma sırasına girip, öğlene kadar simit satmaya, ya da ayakkabı boyacılığında, fabrika ve tarım işleri ile sanayide çalışma çelişkisi ile bir süre sonrasında İstanbul da kuzenler ile el üzerinde çikolata, şeker satma kargaşası turizmde çalışma… Ve sanat ile hayatı sorgulama, anlama çabasına başladım. Her gün yüzlerce çocuk yok olurken yaşanmamışlıklarda, sunulan bir yaşamın mecburiyetine inandırılmış toplumun içinde, çocuklar çocukluklarını yaşamalı “Bu nasıl bir dünya?” isyanları büyürken içimde… Çocuk aklım ile okuyup, araştırıp sömürüden alıp değiştirmeliydim dünyayı. Daha adil, eşit ve mutlu bir dünya ile yıkamalıydım ve eşitlik ile adaleti… O yaşlarımdan sonra araştırma, okuma ve insan olabilme savaşım sürüyor ve tüm köylerden kovulmuşluğumun nedenlerinin başlamasına neden oldu bu arayışlar.

Welat Veda

Welat Veda

‘Üretim size ait değil ise ve mutfakta siz yok iseniz yolda muhtaç bir şekilde kalırsınız’

-Çıkardığın albümlerden bahseder misin? Bu albümler hangi şartlarda oluştu?

Her hatırladığımda tebessüm ediyorum. İlk albüm ve diğerlerine ön ayak olan yaşanmışlıklardan oluştu . Ege bölgesinde Amatör müzisyenlerin oluşturduğu bir dernek kurulmuş. Müzik dersleri için referans ile geldiler “Müzik yapmak istiyoruz. Belki de işimiz bu olacak, fakat bu işi bilerek yapmak istiyoruz.” diye talepte bulundular. Ders aralarında canlı olarak yazdığım şarkılardan da icra ediyorum. Bir süre sonra birkaç katılımcı hocam “Biz bir albüm yapmak istiyoruz, bize yardımcı olmanı çok istiyoruz. Senden başka yapacak bildiğimiz kimse de yok.” diyerek albüm konusunu açtılar. Tamam dedim. “Ne tür bir albüm yapmayı düşünüyorsunuz eserleriniz var mı?”  “Hocam izniniz olur ise sizin besteleri albümde kullanmak istiyoruz” dediler. Peki enstrüman icralarını nasıl yapacaksınız dedim. Hocam siz zaten birçok ana enstrümanı kullanıyorsunuz siz yardımcı olursanız,  peki ya stüdyo dedim (o dönem stüdyo çalışmalarımda oluyor İzmir de). Sizin çalışma yaptığınız stüdyoyu ayarlarsanız çok iyi olur, birde bize vokalleri ve koral sesleri de seslendirirseniz tek elden bitirebiliriz dediler. Tamam derken birden kafamda bir ışık. Peki siz ne yapacaksınız dediğimde; Hocam biz de solist bölümleri okuduk mu tamamdır, dediler. O sırada kafamdaki ışık bir düşünce bulutuna dönüştü ve dedim ki eserler benden, vokaller benden, stüdyo enstrüman icraları benden, yönetmen ve aranjörlüğü de ben yapmış olacağım. Madem öyle soloları da okuduğumda tamamdır demek daha iyi olmaz mı? dediğimde, mahcup bir şekilde “hocam haklısınız” sesleri yükselince ilk albüme başlamış oldum.

Tabii üretim size ait değil ise ve mutfakta siz yok iseniz yolda muhtaç bir şekilde kalırsınız diye bir ders olarak işledik konuyu, iyi de oldu. Şimdi kendileri yazma ve icra etme becerisine sahipler.

İlk Albüm oluşumu yoktan var etme serüvenine dönüştü. Müzik piyasasının cd çalışmalarının bilinçli bir şekilde korsana kurban edildiği ve fiziki satışların neredeyse bittiği dönemlerdi. Popüler dejenerasyon çağının yoğunlaşması denebilir. Çünkü ekonomik olarak fiziki satışlar ile elde edilen gelirler sonucunda bir sonraki albüm çalışmalarına kaynak sağlanabiliyordu ve hür düşünen sanatçılar, toplumsal refleksler oluşturabiliyorlardı. Düşünceyi harekete geçiren hislerin oluşmasına neden olan eser ve çalışmaların üretilmesi sağlayabiliyorlardı.(Bu sinema edebiyat sanat vb. alanlar içinde geçerli.)

Müzik dünyanın en güçlü ve etkili silahıdır. Toplumları birleştirici enerji ve güce sahiptir. Bir atom bombasının etkisi onlarca yıl sürerken sanat ve müziğin etkisi bin yıllarca sürebiliyor. Birinci ve ikinci dünya savaşı dönemlerinde yoğun propaganda ile toplumların kutuplaştırılması ve tek tipleştirilerek yönetilmesi için yoğun olarak kullanıldı. Üretime önem veren toplumsal düşünce ile yaşayan insanlardan, bireysel düşünen ve tüketim toplumunun çoğalmasına ve bu durumun olağanlaşmasına neden olan toplum oluştu. Bu durumun oluşması farklı faktörler ile birlikte desteklendi. Ki Allah bile hür irade ve düşünceye karışmıyor iken, toplumsal düşüncenin törpülenmesi ile insanlar-toplumlar taparcasına liderler seçerek kutuplaşmalarda yok edildiklerini görememeye başladılar. Wilhelm Reich’in “Dinle Küçük Adam” isimli eserinde ortaya koyduğu “Siz yoktunuz yoksunuz, yoksunsunuz kendinizden ki liderler seçtiniz, yönetilmek için, koyun muydunuz ?” tezini destekleyen toplumlar oluşturuldu. Farkına varıp dile getirilenler aforoz edildi daima. Kurbağa ve maymun deneyleri insan ve toplumlarda uygulandı ve bütün iletişim kanalları ile devam ediyor bu durum.

Welat Veda

Welat Veda

‘Dünyanın ahengi ve evrenselliğini yansıtmaya çalışmıştım’

-Yaptığın müziği nasıl tarif ediyorsun?

Hayatın kattıkları ve çıkardıklarına, zaman, mekan ilişkisine algısal ve psikolojik sonuçların belirlediği durumlara bağlı değişebilmekte. Müzik çok yönlü ve çok boyutlu, bu yön ve boyutlarda toplumların doğa insan ve bireysel düşünüşleri sonucu değişebilmekte. Örneğin Klasik Batı Müziği'nde bir tam ses ( Do-Re) iki eşit parçaya ayrılır ve elde edilen her bir parçaya bir yarım aralık adı verilir. Do# = Re örneği gibi bir oktav 12 ses aralığına dayamakta iken, Anadolu ve geleneksel, etnik yapıdaki müziklerde Enstruman ve insan ses aralık frekanslarına göre daha çok bölünerek daha da genişleyip daralabilmekte.

Müziğimde aynı eserde (veya ayrı eserler içerisinde) batı motifleri işlenirken, hissedilen, iletilmek istenen duygu ve düşüncelerin yansımasını sağlamak adına Batı ve Anadolu veya farklı etnik yapıdaki ses aralıklarını uygunluğuna göre kullanıyorum,

Etnik-folk, Rock, halk müzikleri, batı müzikleri harmanlaması diyebilirim. İlk albümüm olan” Dinya bé welat”- Ülkesiz dünya-(Ülkeye dön dünya) da kısmen, ikinci albüm olan “Gundar bike”-Dinle-Listen adlı çalışmamda bu örnekler daha yoğun işlenmişti. Albümde yer alan Senfonik bir müzik olan "Unwanted War" World Premier adlı eser ABD’de 60 kişilik orkestra ile canlı konser performansında kaydedildi ve 20 farklı ülkeden müzisyen yer aldı  (Eserin Düzenlemeleri bana, Bestesi Besteci ve Orkestra şefi olan Ağabeyim Mürsel Yavuz’a ait.) Sizin aracılığınız ile tekrar emeği geçenlere teşekkür etmek istiyorum. Aynı albüme bir yandan dengbéji eserler var iken bir yandan enstrümantal müzik ile senfonik müzik ve koral çalışmalara yer vermiştim. Dünyanın ahengi ve evrenselliğini yansıtmaya çalışmıştım. Bu yüzden çok yönlü bir tariften söz etmek yanlış olmaz diye düşünüyorum.

‘Müzik, insanlığın, doğanın ve tüm canlıların ortak tek dilidir’

-Müziğini ağırlıklı olarak Kürtçe yapmakla birlikte Türkçe dilinde de bestesi sana ait şarkılar söylüyorsun… İki dilde de yetkin bir sanatçı olmanın müziğine yansıması nasıl oluyor?

Müzikte dilden söz etmişken, aslında Müzik sesler ile anlatım sanatıdır ve doğal halinde söz ve diller yoktur.  Müziğin evrenselliği de buradan kaynaklanır. İnsanlığın, doğanın ve tüm canlıların ortak tek dilidir. Müziği gerçek anlamda keşfedenler Evren yasalarını ve işleyişini daha iyi anlar ve telepatik düşünebilir. Empati gücü yüksektir.

‘Aşk her dilde aşk, sevda her dilde sevda ve gözyaşının rengi yoktur’

Fakat zaman içerisinde yukarıda kısaca söz ettiğim algısal, yönetimsel, kutuplaştırmalardan kaynaklı, aynı zamanda sesler ile kendini ifade edemeyen toplumların daha anlaşılır olması için zaman ile söz ve diller yabancı öğe olarak müziğe entegre edildi. Ve uzun süre sonra günümüzde de yoğun maruz bırakıldığımız popüler kültür endüstrisi oluşturuldu. Zamanla müzik kendi varlığında yabancı öğe durumuna getirildi. Bana göre Irksal kan yoktur kan grupları vardır. Bu da sağlık için gerekli olduğundan kullanılmakta.(Bu arada sağlığa şiddete hayır diyorum ve bir sağlıkçının sağlığa ihtiyaç duyulduğunda hatırlanmasına karşıyım. Sağlıklı vücut ve düşünceye ihtiyacımız var. Değerleri daima bilinip, korunmaları her kesimin hakkı.  Tüm meslek grupları ayrı ayrı değerlidir.) Dillerin oluşma süreçleri var ve diller kendi doğal ortamlarında, insan gırtlak yapısının, düşüncesinin maddeleri tanımlamasında kullanılmak amacı ile geliştiğini varsayabiliriz. Ve farkında olanlar, olmayanları yönetmek adına kutuplaştırma aracı olarak kullandı. Kutuplara da karşıyım, ben bu iki dili bildiğimden (keşke tüm dilleri bilebilseydik, dünya daha iyi bir insanlığa dönebilirdi belki de… Herkese, her şeye her dilde anlatabilmek Telepatiden geçiyor.) Kullandığım dillerde de iç dünyamın, hislerimin, yaşadıklarımın düşlediklerimin, düşündüklerimin yansımasını en iyi nasıl anlatabiliyorsam o dilde yazıp söylüyorum.  İki dile hakim olmak, daha geniş hissettiriyor. Kutuplaşmanın her şeyi yok ettiğini, yaşayan ölüler yerine, yaşayan insanlıkların olması gerektiğini daha çok anlıyor insan. Diller farklı olsa da tanımlar aynı şeylerdir. Aşk her dilde aşk, sevda her dilde sevda ve gözyaşının rengi yoktur. Uygulandıktan sonra adalet her dilde adalettir. Dillerin önemi davranışlarda anlam kazanır ve kaybeder, kutuplaşmadan yaşamın anlamını kazanmak gerekiyor daha iyi ve huzurlu bir yaşam doğanın değerini bilmekten geçiyor.  Çünkü insan doğanın kendine ait olduğuna kandırmayı seçiyor oysa doğa bize ait değil biz doğaya aitiz ve doğa ile bir savaş halindeyiz kazanırsak hepimiz yok olacağız…

Merak edenler için ilk albümde beni ben edenler bölümünde anlatmıştım. Birazda Sosyal-psikolojik olarak bakmak gerek.

Sonuçta Diller milletlerin varlığı ve düşünce ürünü olan varlığın yaşayışlarıdır. İki dili de seviyorum ve yazıp besteliyorum mutlu ediyor. Bu arada İngiliz dilinde de birçok beste yapmışlığım var.

Ve ilk albüm ABD’de üniversitenin arşivine alındığı haberini almıştım, eğitimcilerin ilgisini çekmiş ise daha mutluluk verici. Zira eğitim dünyası tüccar değil bireyin varoluşunu sağlayan toplumsal mimarları ve temelidir değerlerini bilmek lazım aksi durumda aydınlık karanlığa gebedir…

Maalesef söz konusu kutuplaşmalardan kaynaklı çoğu medya vb. alanlar yer vermemekte bu çalışmalara.

‘Sanatçılar kendileri için yapsalar bile sonucu toplumsal olabilmeli’

-Şarkılarını nasıl bir ruh haliyle yazıyorsun? Ve dinleyiciye ne anlatmaya çalışıyorsun? Nasıl bir duygu yaratmak istiyorsun?

Doğrusunu söylemek gerekir ise iki albüm insanlığa mesajlardan oluşan şarkılardan oluştu. Bu mesajlar adalet- eşitlik- aşk ve bedensellikten sıyrılma, sevgi kavramları, savaş karşıtlığı ve birçok farklı yönde hayata dair şarkılardan oluşmakta idi. Bu da sonradan şunu öğretti; tüketim toplumları, üretimin içerisinde bulunmadıklarından doğru mesajlar vermek bile onlarda uyanma hissi yaratmaz. Bir müzik uzmanı dostum beni yorumlar iken şöyle demişti : “Şarkılarının müzikleri ve sözleri yoruyor insanı çok köşegenler, buda dinleyicinin uzun soluklu dinlemesini ve sen ile kalmasına engel oluyor.” Haklıydı. Daha anlaşılır olmalı müzikler daha rahat olmalıydı sonuçta müzik analistleri için yazmıyordum. İç dünyam öyle o süreçlerde bunu uygun görmüştü. Fakat piyasaya, kitlelere siparişvari şarkılar yazmakta bir nevi kendini yaşamamak ve kitleleri kandırmak gibi geliyor. Son zamanlarda oluşturduğum şarkılar daha rahat, dinleyici yormamakta deneylerini yaptık birçok dinleyen üzerinde canlı olarak ve hislerini anlatmalarını istedik. Daha çok toplumsal dünyaya uyarlıyorum.  Sonuçta sanatçılar kendileri için yapsalar bile sonucu toplumsal olabilmeli.

‘Müziğimin hayattaki ve toplumdaki karşılığı, birazda farkındalık oluşturma çabası’

-Müziğinde iyi çalışılmış entelektüel bir dil var... Bu dilin toplumdaki karşılığı nedir?

Post modern çağ yaşamda belirsizlik çağının gelişmesine neden oldu.  Tek doğrunun olmadığı, bakış ve fikirsel değişikliklerden kaynaklı algısal anlatımlarda net kavramlar belirsizleşti. Günümüzde entelektüel kavramlar da içeriği boşaltılmış bir şekilde görsel olarak hayatını sürdürmekte. Toplumdaki karşılık boyutu, dinleyicinin hayata bakış ve algısal açısı ile orantılı olduğundan toplumsal içerikler yoğun olarak işlenmiş olsa bile kutuplaşmalar ile oluşan önyargılar sonucu topluma yeterince ulaştıramadığımı düşünüyorum. Gelişmiş toplumlarda düşün ürünleri insanın kendini gerçekleştirdiği boyutlardır. Fakat ihtiyaçlar hiyerarşisini göz önünde bulundurduğumuzda toplumumuzun büyük kesimi fizyolojik ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırken kendi varlığının nedenlerini sorgulama gücü ve zamanı bulamamakta bu da yönetenler ve yönetilenleri oluşumunu ve perçinlenmesine neden olmakta.

Müziğimin hayattaki ve toplumdaki karşılığı, birazda farkındalık oluşturma çabası diyebilirim. İnsanlığın hür oluşunu, adil yaşam ve doğaya saygı ile evreni anlayan toplum algısının yaşam felsefesi olarak benimsenmesi sonucunda karşılığını tam anlamı ile bulmuş olacak sanırım. Tabii özeleştiri yapmam gerekir ise bildiğim topluma anlatabildiğim kadar kalır. Bundan dolayı daha kapsamlı bir şekilde, yormayan akılda kalıcı, toplum algısına daha yakın müzikler ile toplumlara ulaşmak gerekiyor. Yeni çalışmalarda bunları göz önünde bulunduruyorum, beni de mutlu ettiğini fark ettim. Sonuçta toplumda çok faklı dinamikler mevcut ve hayat akademisini iyi anlayıp işlemek gerekiyor.

‘Yeryüzü nimetleri kimsenin değil herkesindir’

-Müziğini modern çağa uyarlayan sanatçılardan birisin... Bunu neden önemsiyorsun?

Her enstrüman bir karakterdir ve bu karakterlere göre eserler şekil alabiliyor. Bana göre (bu da post modern düşüncenin ürünü olarak kişisel bakış açılarına göre değişebilmekte) modern çağ diye insanlığa anlatılan dönem, büyük çapta insanlığın bitişinin başladığı çağdır bir taraftan. Modernizm süreci bitti ve sonrasında post-modern dönem başlatıldı. Ben birazda tabiri caiz ise Pro-modern bir algı taşıyorum bu kavram henüz pek yaygın olmamakla birlikte, hayatta işine yetecek kadar eşya ile yaşama modelini barındırıyor ve her şeyin fazlasının insana yük olduğunu, bireysel yaşarken toplumsal kuralları da uygulamaktan geçiyor. Kutsal kitaplarda bu yaşama atıflar var ve peygamberlerin yaşamları da buna benzer.  Denilir ki ihtiyacından fazlasını yanında tutman, biriktirmen, saklaman, haramdır günahtır hırsızlıktır. Çünkü yeryüzü nimetleri kimsenin değil herkesindir. Şeyh Bedreddinin dediği; “Yarin yanağından gayrı her şey ortaktır” sözü gibi. Bundan yola çıkarak var olan geçmişin köprülerinden geçer iken, günümüze taşımaya ve taşınmaya çalışıyorum. Müzik ile farklı enstrümanları icra edebilmek bu farkındalığı oluşturdu. Zamanla ve her canlı, madde, enerji evrende noktanın milyarda birinden küçük halkalardan oluşmakta. Bu da bütünlük oluşturduğunda evrenin işleyişi gerçekleşiyor diye düşünüyorum. Evrenden doğaya, bireyden topluma toplumdan daha büyük kitlelere ve Evrenselliğe döngüsünde bir yolculuk hali gibi düşünüyorum müziği.

‘İnsan yaşadığı yere benziyor’

-Sanatçı Mehmet ATLI, kendisiyle yıllar önce yapılan bir söyleşinin bir yerinde, “Norveç’te, İngiltere’de doğup büyümüş olsaydık farklı bir müzik tarzımız olabilirdi” demişti. Gerçekten öyle mi? Katılıyor musunuz bu görüşe? Neden?

Mehmet Atlı'ya sevgiler buradan, sevdiğim değer verdiğim bir sanatçı, müziğe birçok anlamda katkı sağladığını düşünüyorum. Kısa sohbetlerimiz olmuştu.

Coğrafi konumlar ve kültürel farklılıklar sadece müzik alanına etki etmez, hayatın tüm yanlarını etkiler. İnsan sosyal bir varlık olarak doğduğu, büyüdüğü, yaşadığı yerin kültürün şeklini alır. Dünyanın en iyi zekasına sahip olsa bile kişi en çok zaman geçirdiği toplum-kişilerin ortalamasına dönüşüyor ve yaşadığı yere benziyor zamanla. Yaptığı işlerde bundan nasibini alıyor elbet algı ve bakış açısı da. Ancak izole olabilirse kısmen sıyrılabiliyor.

‘Dünya iki şey üzerine kurulu; iyi ve kötü: Ben iyi olan herkese-her şeye ulaştırmayı seviyorum’

-Müziğinin halkta ilgi gördüğünü düşünüyor musun? Ve bu ilgiyi canlı tutmak için sanatçıya düşen nedir?

Felsefede kişinin kendine yönelttiği ilk sorulardan biri “Ben kimim?” “Neyim?” iken gelişmemiş toplumlarda bu soru “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” dur. Bu da kendi benliğini tanımayan birey olamamışlığın yoğun olduğunu gösterir toplumlarda. Şimdi kana göre şerbet vermek isteyenler aslında toplumu kandırıyor demektir. Tıpkı ağza bal çalmak gibi. Konfiçyus ‘un müzik ile ilgili çok iyi bir tespiti var bu konuda “Bir milleti –toplumu- tutsak etmek isterseniz müziğini çürütün(bozun) ve bir milleti yok etmek istiyorsanız işe önce dili ile başlayın” diye.  Dil bir ulusun, milletin kendini ifade ederken, varoluş nedenidir. Bende müziğimde bildiğim kullandığım dilleri en iyi şekilde kullanma amacındayım. Bir yandan sanatçılar toplumun varoluş ve yaşayışının devamlılığının en temel taşlarındandır. Kürtçede dengbéjler-Türkçede ozanlar buna örnektir. Popüler kültür bu alanı yok etmek ile meşgul maalesef. Farkında olamadan günümüz müzik, şiir, edebiyat hemen her alanda popülarite uğruna toplumları var eden dillerin dejenere edildiğini hep birlikte görmekteyiz. Değişim farklı, bozgunculuk farklıdır ve kuşak çatışmalarının nedenleri arasında yer alır. Oysa toplum olarak halkı var eden değerlerin daha titizlik ile dikkatli dinlenmesi gerekir diye düşünüyorum. İnsan yaratılışı çok güzel örnek ve mesajlar verir bu konuda. Örneğin iki kulak iki defa duyup dinlemeyi, İki göz iki defa görüp emin olmayı, buna rağmen Dil dudaklar ve dişlerin arkasında damağın içinde kalır.(iki perde var ve iki dil buda iki defa düşün payıdır) Benim bu durumdan çıkarımım; iki defa dinlemeden iki defa görmeden, iki defa düşünmeden Konuşmadır, dahası tüm dinlerde bu tür mesajlar mevcut ve ilk emir Oku, dur. Bir anlık tefekkür bin yıllık ibadetten yeğdir kelamlarıdır. (Bir anlık tefekkür kainatın yaratılışını işleyişini bir an düşünüp okumak ve anlamak manasındadır) Tevrat Yaşat der, İncil sev der, Kuran Oku der. Bende müziğimde yaşatıp severek okumanın, anlamanın yolculuğuna çıkıyorum. Bu yolculuğa katılmak isteyen dinleyiciler elbette ulaşabildiğimiz kadar… Fakat bilinçaltımızın işgal edildiği insanlığımızda duymayan dinleyemeyen çok. Gerçekler zordur ve insanlık olarak yukarıda belirttiğim birçok konudan ötürü, hedeflediğim, kitlelere ulaşamadığımı düşünüyorum. Ulaşamama nedenleri arasında hatta en büyük engeli diyebilirim ki, kutuplaştırılan toplumda kutupların yok ediciliğini işliyor olmam. Örneğin medya araçları taraflılıklarından ötürü yer vermezler bana. Önyargı belki de korku… Hiçbir radyonun, TV’nin, şarkılarımı çaldığımı duymadım. Duyan olmuştur elbet. Binlerce öğrenciye yoğun emeklerim olmasına rağmen, konser etkinlik vb. hiçbir yerde yer verilmez bana, bu da cehaletin getirdiği hükmetme kaygısı sonucu yok edilmeye mahkumiyet diye düşünüyorum. (Bu durum sadece benim için değil, hür düşünceden yana olan tüm sanatçılar içinde geçerli ama birilerinin yanlışları dile getirmesi ve daha huzurlu güzel bir insanlıkta birlikte yaşamı anlatması belki de öğretmesi gerekiyor. Tanrı bile hür iradeye karışmıyorken insanoğlu maalesef eline geçen güç ile Tanrıyı oynamaya çalışıyor fakat Tanrı kanmaz bunlara.) Bunun için ayrıca canlı tutmak ve yaygınlaştırmak için daha anlaşılır müzikler sözler ve akılda kalıcılıklar yaratmaya çalışıyorum. Bir sonraki çalışmam bu yönde. Kürtçe sevdiğim bir söz vardır; -Giha di bin kevira namine- diye (Otlar-Çimler- taşın altında kalmaz) Daha çok kitle ve toplumlara ulaşacağız vakti geldiğinde belki de. Dünya iki şey üzerine kurulu; iyi ve kötü. Ben iyi olan herkese-her şeye ulaştırmayı seviyorum. Zira kötü zihinler anlayamaz bu düşünceyi ve iyi olanlarında kendilerini ve iyi olan şeyleri yücelteceğini biliyorum.

‘Telif hakları adil ve eşit dağıtılmamakta’

-Şu anda albüm yapan bir sanatçıyı ekonomik açıdan neler bekliyor?

Ekonomiden ziyade bir işin mutfağında pişmeden sanatçı veya herhangi bir şey olunmuyor. Eser yazma yetkinliği yok ise var olan veya sipariş edilen eser, şarkı, türkü ve müzikler edinmesi gerekiyor bu durumda sahipli ise telif hakları mevcut ki meslek birlikleri çokta bir işe yaradıklarını düşünmüyorum. Zira telif hakları adil ve eşit dağıtılmamakta, bunda yasal boşlukların çokluğu da rol sahibi. Buna ek olarak stüdyo kayıtları olacak ise stüdyo, aranjör, enstruman icraları… Klip için ayrı bütçeler çok ve sonunda bir yapımcı olmak zorunda hepsi bitip çıksa bile. Çalışmanızın geliri olur ise çok cüzi hak sak sahibi oluyorsunuz çünkü mevcut yasalar sanatçıya katkısı olması gerektiği gibi değil. Klasik üretici-aracı-pazarlamacı-tüketici ilişkisinde üretici ekstra sahne alır ise kazancı olabilmekte.

Anonim eserlerden oluşacak bir albüm oluşturulacak ise yukarıdakilerden tek eksik eser telif veya ücretleri olmakta. Ama alternatif olarak sosyal medya kötü yanları olmasıyla birlikte hiç harcama yapmadan canlı kayıtlar yaparak insanlara ulaşmayı sağlamakta. Malumunuz bu da büyük bir kirliliğe yol açmaktadır. Düzenlenmeli yasal olarak daha kaliteli bir toplum inşası ve yaşayışı için.

‘İnsan kendisi için istediğini başkası içinde isteyebildiğinde insandır’

-Gelecek planların nelerdir?

Müziğin birleştirici etkisi ile ayrıştırılmadan, ötekileştirilmeden-ötekileştirmeden, kutuplaşmadan daha güzel yaşanabilir, adil eşit bir dünyada, doğayı tahrip etmeyen bir insanlık algısının gelişmesine katkı sunacak proje ve çalışmalar yapmayı amaçlıyorum. İmkanlar oluşur ise kutuplaştırılmadan evrensellik yolculukları yapmayı amaçlıyorum. Bir defa geçeceğimiz şu han dünyasında mutluluğa, dostluğa, sevgiye aşka, çocuklara daha kalıcı devam edilir çalışmalar yapmak, planlarımdan bir kaçı… İnsan ismi, cinsi, rengi, dili, ırkı ile değil yaptıkları ve hayata kattıkları güzel- iyilikler ile yaşayabildiğinde, kendisi için istediğini başkası içinde isteyebildiğinde insandır düşüncesi ile yeni eserleri daha geniş kitlelere ulaştırma planlarım arasında.