Sorunlardan ve sorumluluklardan kaçış anekdotları (3)

Eğitim adına boğuştuğumuz sorunlardan konuşuyorduk. Müslüm hoca ısrarla patenti bana aittir diyor ve ekliyor: “Eğitimde sistem; eğitmemek, öğretmemek üzerine kurulmuş; biz bir avuç gariban öğretmen de çabalayıp duruyoruz!” Orhan Hoca, biz daha Aydın Hoca’dan kurtulamadık! Sözünü ettiğimiz sorunlardan nasıl kurtulacağız. Müslüm Hoca, adam ne güzel şiir yazıyor, ona da karşısınız, dedi. Kızgınlıktan, ben zaten profesyonel geri zekâlıyım; bu ülkede iyi olmak, iyi değil, dedim. Salih Hoca da beni över gibi gözüküp bana çatmayı sürdürdü. Biz onu da beceremiyoruz, senin yanında biz amatör geri zekâlılar kalıyoruz. Eşimin evde bana özenle hazırladığı ekmek arası köfteyi yerken Ejder Hoca, bak yine ekmek arası antilop yiyor. Timsahlar ne bulursa yerler ve yiyeceklerini de paylaşmazlar, dedi. Ben mertçe bir düzen için hayatımı ortaya sürmüşken, Ejder Hoca’nın yaklaşımından öğrendim artık! İnsan nasılsa karşındakini de öyle görürmüş!

Müslüm Hoca; biz üniversitedeyken, boş saatimizde bahçeye çıkmış, saz çalıyor, arkadaşlarla şarkı söylüyorduk. Bir baktık polisler etrafımızı sardı. Bize, bugün günlerden ne, dediler. Hepimiz birbirimize baktık. Gerçekten günün ne özelliği olduğunu bilmiyorduk. Uyanık bir arkadaşımız, 12 Mart İstiklal Marşımız’ın kabulu dedi. Öyle kurtulduk. Meğerse polisler 12 Mart Darbe’sini protesto ettiğimizi sanıyorlarmış! Müslüm Hoca, bir başka gün, ben saz çalıyordum. Zülfü Livaneli’nin parçalarını söylüyordum. Uzaktan polislerin geldiğini gördüm. Başladım ‘’Ada sahillerinde seni bekliyorum’’ şarkısını çalmaya. Ben bu notları yazarken Semla Hocamız, ben onu bunu anlamam, telif hakkı isteriz, dedi. Ben de ona, bu ülkede kim kime ne hakkını vermiş ki benden telif hakkı istiyorsunuz! Ben sanki yazdıklarımın karşılığını alıyorum da…Kendi kendime de burada her insani etkinliğin hakkı beladır, dedim!

Surlar tanığımızdır

Dicle koyu yeşil akıyor

hayatlarımız kapkara

Hevsel Bahçesine yayılan kahkahalarım

surlar tanığımızdır, onurlu yaşadık

baskılar altında ah, ne fayda

Dicle koyu yeşil akıyor

içinde gençliğimiz

dönebildiğin kadar dön dur dünya

hiçbir şeye yanmam bilesin

karartılan gençliğimize yandığım kadar

Aydın Alp – Amed’in Dolunayı – (Sî yayınevi 2002 İstanbul)

Biz bahçede oturmuş sohbet ediyorduk. Salih Hoca ayaktaydı. Sen de otursana kardeşim, dedim. Oturursam senle aynı seviyeye gelirim. Kahkaha atarken ona ne yanıt vereceğimi düşünüyordum. Abdullah Hoca: Salih Hoca bak, ben Umre’de Kâbe’yi tavaf ederken, etraftaki o yüksek, çirkin yapıların engelleyici olacağını düşünüyordum. Sonra ben oradayken gözlerimin Kâbe’den başka hiçbir şey algılamadığını gördüm; yani Salih Hoca, kıssadan hisse Aydın Hocamızın olduğu yerde ayakta da olsan göze çarpmazsın, dedi.' Salih Hoca, kamyon çarpmışa döndü!

Gurbet Hocaya, Mukaddes Hoca diyordum. Kutsal(!) bir sınıfımızın hocası olduğu için adı böyle kalmıştı aklımda! Sonra sınıfının Alice Harikalar Diyarı’nda olduğunu görünce, adının Gurbet olduğunu anladımdı! Salih Hoca, çocukluğumuzda, köyde bozo (sarışın) çocuk vardı. Bizim tarafımızdan hor görünüyor, küçümseniyordu. Sonra okulda baktık ki bütün kızlar onun etrafında! Kızlara siz bunda ne görüyorsunuz, hep onunlasınız dediğimizde: Onun özel yetenekleri var, bize dediler. Sonra bir gün çocuğu köşeye sıkıştırdık. Sırrın nedir ulan, ne özel yeteneklerin var, dedik. Açıklamak zorunda kaldı. Meğerse bizim alçak bozo; kızlara, ben dünyayı renkli görüyorum diye kendini lanse etmiş. Hani bizim bir Diyarbakır türküsü var ya, 15 kızı kandırdım bir şişe kolonyaya! Bu pis bozonun kolonyası bile yokmuş! Tülay hocaya; nerelerdesin, görünmüyorsun, dedim. Tülay Hoca, ben depresyondayım, dedi. Ben de orası bir durak adı mı diye sordum. Bana yanıt olarak senin bildiğin son durak, Mardinkapı’dır! (Semt adını söylemekle Diyarbakır’daki mezarlığı kastediyor!) Ona çorba verilmeyince de bana bakıp başımız kel mi, dedi.

Belli bir yaşa kadar bedeni yenileyen genler var. Bilim adamları, bedenimizin sürekli yenilenmesi için onlarla uğraşıyor. Bizse her an kapıdan diğer tarafa geçebiliriz, dedim. Bana hayır senin girdiğin döner kapıdır. Sen durmadan insanlara tur bindiriyorsun, dediler. Maske takmak kaldırılmıştı. Öğrenciler alışkanlıkla yine bana gelip öğretmenler odasından maske almak için izin istiyorlardı. Maskeler kaldırıldığı için ben de onlara, artık maske takanlara ceza yazacaklar, dedim. Ekledim ben sizin maskeci başınız mıyım, Zoro muyum, dedim. Oğuz Hoca öğretmenlere, Aydın Hoca ben Zoro’yum diyor, dedi. Ben de ona papanın Paris ziyaretinde, bütün kurumları ziyaret edeceğini söylemesinden sonra paparazzinin birinin Papaya: -Randevu evlerini de ziyaret edecek misiniz sorusuna, Papa şaşkın: -Paris’te randevu evleri de mi var, diyor. Ertesi gün gazetelerde büyük puntolarla: ‘’Papa, uçaktan iner inmez ayağının tozuyla Paris’te randevu evleri var mı*’’ diye sordu yazdıklarını belirttim.

Öğretmenler odasında öğle yemeğindeyiz. Solumdaki Neşe Hanım, sağımdaki Sevil Hoca’ya: Biliyorum dün başın ağrıyormuş, çok erken yatmışsın, çok uyumuşsun, dedi. Sevil Hanım şaşkın, benim annem bile bilmiyor! Sen nasıl biliyorsun*' Ben de arada lafa girdim, niye benim başımla uğraşmıyorsunuz, dedim. Karşımda oturan Salih Hoca senin başın kel de ondandır dedi. Öğleden sonrası kapının önünde sandalyeye çökmüş haldeyim. Öğrenciler eve gidiyor! Ben de biraz soluklanayım öyle gideyim, diyorum. Müdürüm bana, Aydın Hoca, laf aramızda, ben eve gittiğimde eşime, deliler arasından geliyorum diyorum. O ara müdür yardımcıları da beni selamlayarak içeri giriyorlardı. Karargâh arkadaşlarını da kastediyor musun, dedim. A’dan Z’ye dedi! Sevgili Müdürüm; kendinizi yengeye karşı korumak, temize çekmek için hepimizi harcıyorsunuz, dedim! Laf aramızda dedi ve kahkaha atarak içeri girdi! Müslüm Hoca anlatıyor. Çok iyi bir edebiyatçımız vardı; ama ben ne yüklemden anlarım ne özneden! Bu sözlerinle gramerle aranın hiç de iyi olmadığını anladık, dedim.' Hocamız da anlamış olmalı ki bana sen istediğin bir şey yaz, sana tam not vereyim, dedi. Ben de bir şiir yazdım ve tam not aldım. 2. sınavda da yine şiir yazdım! Beni yanına çağırdı. Bak oğlum, sana yine tam not veriyorum; ama bir daha şiir yazarsan, sana sıfır veririm, dedi. Ne kadar güzel şiir(!) yazdığımı anlamış oldum deyince biz kahkahaları patlattık! (SÜRECEK)