Dersim Emek ve Demokrasi Platformu’nun düzenlediği Dersim Tertelesi anmasına katılan HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, “Bütün arşivler incelemeye açılmalı ve o yıllarda neyin, nasıl gerçekleştirildiği tam olarak ortaya çıkarılmalıdır. Hakikat olmadan adalet olmaz. Adalet olmadan barış ve demokrasi olmaz” dedi.
Dersim Emek ve Demokrasi Platformu 4 Mayıs 1937 Dersim Tertelesi’nin 85’inci yıldönümünde anma gerçekleştirdi.
Anmaya HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, HDP’nin Alevi Milletvekilleri Ali Kenanoğlu, Zeynel Özen, Kemal Bülbül, Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu Onursal Başkanı Turgut Öker, Tunceli Belediye Başkanı Fatih Maçoğlu, STK temsilcileri ve yurttaşlar katıldı.
Anma Dersim Emek ve Demokrasi Platformu’nun açıklaması ile başladı. Ardından Tunceli Belediye Başkanı Fatih Maçoğlu Zazaca bir konuşma yaptı.

Tunceli Belediye Başkanı Fatih Maçoğlu
Dersim Emek ve Demokrasi Platformu adına basın açıklamasını DAD Eş Genel Başkanı Kadriye Doğan okudu.

DAD Eş Genel Başkanı Kadriye Doğan
'Dersim'in adını geri verin'
4 Mayıs’ın Dersim’in kara günü olduğunu belirten Doğan, “Coğrafyamız, dilimiz, inancımız elimizden alınmak isteniyor. Yapılan asimilasyon politikalarına karşı mücadele edeceğiz. Ben insanım diyen herkes soykırıma karşı sessiz kalmaması gerekiyor. Seyitlerimizin mezar yerlerini açıklayın, 1937 yılı soykırımını kabul edin ve özür dileyin, dersim ismini geri verin, kayıp çocuklarımızın akıbetini açıklayın ve coğrafyamızdan elinizi çekin” ifadelerini kullandı.
Anmada konuşan HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, Dersim Tertelesi için devletin resmi özür dilemesi gerektiğini ve Dersim isminin geri verilmesini istedi. Sancar, Seyit Rıza ve arkadaşlarının mezar yerlerinin açıklanması gerektiğini de dile getirdi.

HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar
‘İçişleri Bakanlığının belgesine göre katledilenlerin sayısı 13 bin 800 civarı’
Dersim Katliamının 1935 yılında çıkarılan Tunceli Kanunu ve peş peşe yayınlanan raporlarla hazırlığının yapıldığına işaret eden HDP Eş Genel Başkanı Sancar, sözlerini şöyle sürdürdü: “4 Mayıs bir kara gündür. 4 Mayıs’tan sonra yaşananlar kara yaradır. Bu ibareyi Musa Anter’in bir kitabının başlığından aldım. 4 Mayıs 1937’den sonra sistematik ve planlı bir şekilde bir katliam, soykırım yürütüldü. Yerel ifadeyle bir tertele gerçekleşti. Kadın, erkek, çoluk çocuk, yaşlı genç demeden on binlerce insan zalimce vahşice katledildi. Sayıyı bilmiyoruz. Bundan 11 yıl önce 2011 yılında dönemin Başbakanı ve şimdiki Cumhurbaşkanı Erdoğan bir konuşmasında ölülerin ve sürgün edilenlerin sayılarını vermişti. İçişleri Bakanlığının belgesine göre katledilenlerin sayısı 13 bin 800 civarı, Sürgüne gönderilenlerin sayısı ise 11 bin 600 civarında. Ama o zamanın nüfus kayıt sistemini de biliyoruz. Resmi evraklara nelerin girdiğini, nelerin girmediğini de bilmiyoruz. Sözlü tarih çalışmalarına baktığımızda, o acı, kara günleri yaşayanların anlatımlarına kulak verdiğimizde katledilen insanlarımızın sayısının 50 ila 60 bin arasında değiştiğini tahmin edebiliyoruz. O yıllarda uygulanan bu katliam, soykırım bir zihniyetin ürünüydü. Tekçi, tedipçi, imhacı bir sistemin kurulması için peş peşe katliamlar yapıldı. Asimilasyon politikaları, göç ettirme uygulamaları hayata geçirildi. Dersim de bundan payını çok büyük acılarla aldı. Ve daha sonra bu kara gün unutturulmak, üstü örtülmek istendi. Çeşitli gerekçelerle meşrulaştırılmaya da çalışıldı. Dersim’e medeniyet götürme amacıyla bir ıslah planı olarak anlatıldı. Yıllar içinde bunların da konuşulması engellendi. Hafızayı yok etme, silmek için her yöntem denendi. Ama toprağın altında on binlerce kefensiz, mezarsız ölü varken, milyonların yüreğinde sınırsız, sonsuz bir acı kökleşmişken, bu hafızayı yok etmek mümkün değildir. Hafızanın canlı kalması önemlidir ve bu ancak mücadeleyle olur. Hafıza, hatırlama aynı zamanda siyasal mücadelenin konularıdır. Egemen sistem unutturmak ister, mazlumlar ve mazlumlarla yürüyenler onların anılarını ve haklarını savunmayı görev bilenler hatırlamak için her türlü mücadeleyi yürütmek zorundadırlar. Nitekim bu mücadele hiçbir zaman durmadı, geri de düşmedi. Yıllar önce bir yazıda ‘Dersim’in sesi kadar sessizliğini de dinleyin’ demiştim. Dersim’de insanların sesi var, sözü var ama doğanın sözü yok, sesi var. Munzur’un kendi dili var. Dağların, derelerin, ağaçların, burada yaşayan bütün canlıların sesi var. Biz o sesi duyuyoruz. O ses bize zulmü bütün derinliğiyle anlattı, anlatıyor. Dersim’in sesini de sessizliğini de bir yüzleşme ve hesaplaşma programına dönüştürmek de yine bizlere, demokrasi güçlerine düşüyor.”
‘Hakikat olmadan adalet olmaz’
Katliamlarla yüzleşmenin anlamına vurgu yapan Sancar, şöyle konuştu: “Bu katliamı yaratan zihniyetle hesaplaşmak asıl meseledir. Yüzleşme sadece yaraları tazelemek değil. Sadece öfkeyi canlı tutmak değil. Esas olarak bugünü ve yarını adalet, barış ve demokrasi üzerine inşa etmektir. Adalete giden yol hakikatten geçer. Önce hakikat ortaya çıkarılmalıdır. Hakikatin ortaya tam anlamıyla çıkarılması için de en önce Meclis harekete geçmelidir. Bir komisyon oluşturulmalı. Bütün arşivler incelemeye açılmalı ve o yıllarda neyin, nasıl gerçekleştirildiği tam olarak ortaya çıkarılmalıdır. Hakikat olmadan adalet olmaz. Adalet olmadan barış ve demokrasi olmaz. O nedenle yüzleşme talebimizin hedefi yaraları sarmak, o kara yarayı temizlemek, iyileştirmek ve geleceği demokrasi kültürü, eşit, ortak yaşam temelinde kurmaktır. Hakikati ortaya çıkarmanın mutlak bir sonucu vardır, olmalıdır. O da resmi özürdür. 2011 yılında dönemin Başbakanı şartlı ve yarım yamalak bir özür diledi. Ama şunu bilelim ki, özür bir cümleden, bir ifadeden ibaret olamaz. Özrün anlam ifade edebilmesi için gereklerini yerine getirmek lazım. Kamusal olarak bu acıyı tanımak ve acıyla bütünleşmiş bütün sembolleri değiştirmek. Hakkına, özüne iade etmek. Bunların başında Tunceli adının resmen Dersim olarak değiştirilmesi gerekir. Sadece Tunceli ile sınırlı değil bu, köylerin, mezraların, yerleşim yerlerinin de adları gasp edildi. Hem insan kıyımı hem kültür kırımı yapıldı. O sembollerin mutlaka değiştirilmesi gerekiyor. Tunceli resmen Dersim adına geri dönmelidir.”
‘İnkar, katledilenleri bir kez daha katletmek demektir’
Katliamlarda yaşamını yitirenlerin mezar yerlerinin açıklanması çağrısı yapan Sancar, şunları dile getirdi: “Gerçi 25 Aralık 1935’te çıkarılan kanun 1940’ta yürürlükten kalkacaktı ama kalkmadı. Bize sorarsanız bugün o kanun hükümsüzdür ama fiiliyatta halen uygulanıyor. Bir de toprağın altında kefensiz, mezarsız yatan on binler var. Bu ülkede Dersim başta olmak üzere pek çok şehrimizde, bölgemizde böyle milyonlar var, kefensiz, mezarsız toprağın altında yatan. Toprağın altında milyonlar kefensiz, mezarsız yatıyorsa toprağı üstü huzur bulamaz. Başta Seyit Rıza, oğlu ve yol arkadaşları olmak üzere bütün katledilenlerin mezarlarının mutlaka yapılması gerekiyor. Nerede, kim yatıyorsa tespit etmek lazım. Çünkü yüzleşmenin bir şartı da yas tutmaktır. Yasımızın hüzünle değil, geleceği kurma azmi ile tutacağız. Ağıtlarımızı ağlamak için değil, o insanlara borcumuz olan eşit yurttaşlık, özgürlük ve demokrasi yolunu ilerletmek için kullanacağız. İnkar, katledilenleri bir kez daha katletmek demektir. İnkar bu ülkeye çok acı bedeller ödetti. Acıları inkar, kimlikleri inkar ve inançları inkar bu sistemin özünü oluşturuyor. İşte hesaplaşma bu sistemi değiştirecek bir hedefe yönelirse anlamlıdır.
SUR AJANS