Röportaj: İrfan Erdoğan/ Almanya
Şair Nisa Leyla Sur Ajans için sorularımızı yanıtladı.
‘Dünya büyük bir yokoluşa giderken, varoluşun ipini kalınlaştırma cüretine kalkışan biriyim’
Sur Ajans: Nisa hocam, ben sizi Yeni-e dergisinde çıkan şiirlerinizden tanıdım. Okurlar mutlaka şu veya bu şekilde tanıyorlardır sizi, ancak yine de bana ve bizi okuyacak olan okurlara şair ve yazar Nisa Leyla'yı nasıl anlatırsınız. Şair Nisa Leyla kimdir?
Nisa Leyla: Adım Nisa Leyla. 8 yaşımdan beri şiir yazıyorum. Ben buyum, sadece bu!
Kendimi hiç şair olarak görmedim; sadece şiirin varlığına itaat etmiş, dış dünyaya itiraz etmiş biriyim. Şiirin ışığında dünyanın ve insanın anlamında kaybolmayı seviyorum. Her kayboluşta bulduğum anlam, biraz daha yaşamamı sağlıyor; büyük katmanlarda, büyük boyutlarda izler arayıp üzerinde çalışmak gibi bir şey. Dünya büyük bir yokoluşa giderken, varoluşun ipini kalınlaştırma cüretine kalkışan biriyim işte!
‘Şiir çok yönlü bir çalışma, yaşam, emek, araştırma, buluş ve kayboluş gerektirir’
Sur Ajans: Nisa hocam, hakkınızda az da olsa topladığım bilgilerde de şiire ve edebiyata epey emek verdiğiniz anlaşılıyor. Şöyle sorayım, bu emekleriniz sonucunda kaç kitap yazdınız edebiyat ve şiirle haşir neşir olmanız nasıl başladı. Bu şiir ve edebiyat yolculuğunuzun serüveni hakkında bizi bilgilendirir misiniz?
Nisa Leyla: Ben 8 yaşından beri okuyor yazıyorum. Kalabalık bir ailede dünyaya geldim ve resimden şiire, müziğe kadar ailemde sanatla uğraşan çoktu fakat bunlar doğaçlama olarak yaşanıyor, uğraşılıyordu. Bu yüzdendir ki, ben küçükken bütün insanların şiir yazdığını zannederdim. Şiirin kendisi hayatımdaki süreklilikti ve ben büyüdükçe benimle beraber içimde beslendi, nefes alıp vermek kadar doğal ve habersiz gelişti. Şiir yazıyor, şiir düşünüyor, şiir oynuyordum, oynadım ve hâlâ oynuyorum. Şiir benim için duygularımın, düşüncelerimin özgürce patinaj yaptığı bir alan ve bu alan ne kadar geniş olursa, ben o kadar fazla nefes alabiliyorum. Dünya, insan, sonsuzluk, her şey ama her şey şiirde anlamına kavuşuyor ve gerçeğine dönüşüyor. Bu görünmezlik, bu ol ve oluşa ulaşma çabası benim de gerçeğim, hayatım.
Şiire ne kadar emek verilirse verilsin, şiir uzun vadelidir; sabır, mücadele, çalışma ister. Şiir çok yönlü bir çalışma, yaşam, emek, araştırma, buluş ve kayboluş gerektirir. Derindir, sarmaldır, yüzeyseldir, karışıktır, durgundur, hareketlidir, basittir, zordur, danstır, ezgidir, kısaca dünyanın sonsuza aldığı yolda her şeydir, hiçliktir, sonsuzdur şiir. Tek veya birkaç tanımla işin içinden sıyrılamayız. Sayfalarca yazılacak haz, kaos, bulmacası yerleşkesi vardır; ruhumuzda, dünyada, zamanda. Her şair biriciktir yaratısı gibi ve her okur biriciktir kendine yorduğu gibi. Dolayısıyla; kişi ne kadar emek verirse versin, şiirin heybeti (ve şiirin geçmişini de gözetirim ben) karşısında daha yapılması gereken çok şeyler görür ve görmelidir. Bu şiire saygımızdır. Sevgi farklıdır, içimizdekinin giderek köklenmesidir. Şiire saygımızı koruduğumuz sürece, devasa şiirin o incecik ipinde yürüyebilir ve büyüyebiliriz.
Yapmaya çalıştığım, hayal ettiğim, yaşadığım ve hissettiklerim, anlatılamayacak kadar çok fakat derli toplu bir hale getiriş çalışmasında yani toplamda-şimdilik- 6 kitap yayımladım. Dördü büyüklere şiir, biri Adana ve Adana’daki kültür sosyal hayatım, anı, şehir çalışması ve bir çocuk şiir kitabı. Elbette çalışmalarım çok fakat demlenmesi, çalışılması, tekrar tekrar zihnimin süzgecinden geçmesi gerekiyor ki, bu da zamana bağlı olarak ilerliyor. Çalışmalarımı yavaş yavaş yayımlamaya devam edeceğim acele etmeden, şiirimin iç sesine kulak vererek, zira zamanımı o biçimlendiriyor.
Sur Ajans: Nisa hocam, yazmak bir sanat olduğu kadar çok da zordur. Halkımızın deyimiyle her babayiğidin işi değil, hele hele şiir yazmak daha da zordur. Buna rağmen günümüzde özellikle şiir yazanlar daha da çoğaldı. Bunu neye bağlıyorsunuz? Sizce bunun nedeni nedir? Yoksa bize mi öyle geliyor...Neler söylemek istersiniz...
‘Şiirin kendisi otoritedir’
Nisa Leyla: Biz halk olarak o kadar duygulu o kadar kaderciyizdir ki, hemen hemen herkes şairdir. Harika bir ülkemiz olmasına rağmen, acısı derin bir coğrafyamız var. Bu mozaik ve yüzü hiç gülmeyen halkın duygusu da derindir. İnsan doğar, gelişir ve ergenliğe ulaşana kadar sadece şiir değil, tüm sanatları ruhunda besler çünkü ruh bu süreçte özgürdür, eğitilmemiştir. Yani aşk, askerlik, ölüm, yas, ayrılık, hasret vs. gibi duyguları yaşayan herkes bu süreçte bir şeyler yazar, çizer. Ne zamanki ruhumuzu eğitir ya da geçinme kaygısıyla, dolayısıyla -istemeden veya hayatın akışıyla- çalışmaya başlarız o zaman kübikleşir, çizgileşir, düzleşir katılaşmaya başlarız. İşte hayata atıldığımızda dahi sürdürebildiğimizdir, kimliğimiz. Büyüdüğümüzde, iş hayatına atıldığımızda, şiire devam edebiliriz fakat şiir de kuma kabul etmez doğrusu. Çünkü şiirin de dünyayla, her türlü disiplin, sanat, özgürlük, ruh halleri, insan halleri, düşünce, felsefe ve aklınıza gelen, insana dair varoluşa dair her şeyle beslenmesi, büyütülmesi gerekir. Hem çalışıp hem şiir yazabilen pek nadir insanlara rastlarız. Yaşamak için geçinme kaygısı, sanat dışında çalışmaları getirir ki; şiir özgür çocuk ruhta barınır ve paraya(maddeye), insana itaat etmez, şiirin kendisi otoritedir çünkü.
Bir de şimdiki kadar olmasa da, şiir her dönem çok yazılmış, sonra elenip azalmıştır. Günümüzde sanalla aşırı çoğalmış bulunuyor ama şiirle beraber, her şey çoğalmadı mı? Ve sanal dünyayla gerçek dünya karışmadı mı? At izinin it izine karışması doğal değil midir? Yine de bu pek çok şiirseverde ve şairde karamsarlık ve umutsuzluk yaratıyor. İki yönden karamsarlık hakim; birincisi hemen hemen herkesin şiir yazması ve sanalla korkunç boyutlara ulaşması. İkincisiyse, gerçekten şiir teri dökenlerin ötelenip, vasat şiirlerin öncelikli olarak şiir dünyasına sunulması. Çünkü şiir suya yazmak gibidir, en ağır sınavdır, nice yoktan yokluklardan var’a geçme savaşımıdır. Öyleyse ne yapmalı? Şiire her zamankinden daha çok sarılmalı daha çok çalışmalıyız. Şartlar ağırlaşabilir, zarlar siyasette olduğu gibi sanatta da hileli olabilir ama şiirin ilahi adaletine güveneceğiz. Şiirin şaire sözü vardır, şiire ihanet etmediğiniz sürece illa ki bağrına basacaktır.
‘Yazarlar ne kadar çok okursa yazmaya o kadar tetiklenirler’
Sur Ajans: Nisa hocam, sizin gibi şiire, edebiyata hayat verenlerin çabalarını çırpınışlarını görüyorum ve anlıyorum, sizce okurlar katında da aynı duyarlılığı ve çırpınışı görmek mümkün mü? Değilse kitlelere bunu nasıl anlatacağız. Okurların şiirle araları nasıl? Anlatmanın var mı başka bir yolu?
Nisa Leyla: Pablo Neruda (Saf Şiir Yoktur kitabında) ‘’şiir okurla bağını yitirdi, erişemiyor ona’’ der. Eliot’un şiir yazmaya başladığını görünce de üzülür ve ‘’okurumu kaybetmek istemiyorum çünkü böyle giderse, şairler yalnız öbür şairler için yayımlayacak’’ der. Böyle bir durumdayız belki de şimdi. Buna rağmen tanıdığım çok iyi okurlar var. Okur olarak kalmalarını dilerim. İyi okur bulmak, iyi şair olmak kadar zor çünkü. Öyleyse hepimiz önce iyi birer okur olmalıyız. Yazarlar ne kadar çok okursa yazmaya o kadar tetiklenirler. Okur olmak, iyi okur olmak belki de daha önemlidir yazmaktan. Zira iyi okur yazılanı sorgular, şairi dolayısıyla şiiri geliştirir, katkı sağlar ve sonunda kendisinde yeşerterek toplumsal sanata katkıda bulunur. Okurların tümü şiir yazarsa, normal okur kalmayacaktır. Sanala ilk katıldığımda, çok okurum vardı fakat yıllar geçtikçe, tüm okurların -demek okur değilmiş-şiir yazdığını gördüm. Şimdi de hemen hemen her ay kitap bastıran şairlerin takibini yapamaz olduk. Bunun yanında basılanların eleştirisi yapılmıyor, neden? Okunmuyor da ondan. Eleştirinin yerini; şiir hakkında ahkâm kesen, atıp tutan, öven döken ya da sövenlerle dolu gevezeler aldı. Nedeni, sanalın buna kolayca yer açması ve sanalın kendisini gerçek hayat gibi sunması. Bir de her meslekten insanların anı bırakmak, çevre edinmek, yazmış olmak için yazdıkları metinler şiir olarak ortaya dökülüyor, tabii bu da ayrı bir kalabalık yaratıyor. Oysa gerçek şiir zordur, itaat, çalışma, ciddiyet, kumaş, zaman ister. Şair kendisine çok geniş ve çeşitli yüklemeler yapmalı ve şiir yazarken, şiirin önüne geçmemeye dikkat etmelidir. Şiir diline ulaşan, zaten ne yazarsa şiir edeceği için sorun yok lâkin bu kaygı artık pek az kimsede var. Yine de dedim ya, tasavvufi bir benzetmeyle; kalptedir şiir, daha çok dönmeli, daha çok içmeliyiz bilincin derin denizlerinde.
‘Ufkumuz genişliyor, dünyayı gözlerimizle de tanımış oluyoruz’
Sur Ajans: Nisa hocam, bildiğim kadarıyla çeşitli davetler üzerine epey ülke de gezdiniz, sonra emeğinizin karşılığı olan ödüller de aldınız bu süreçte edindiğiniz izlenimlerinizi bize anlatır mısınız? Neler gördünüz, neler yaşadınız? Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Nisa Leyla: Şiir dolayısıyla gezdim, şiir gezdirir, öğretir, dostluklar kurar. Şiir ağı önemlidir. Şiir yazanların bir araya gelmesi, bir nebzecik şairin gönlünü okşar. Gerçekten iyi şairler varsa, o havayı teneffüs etmek kıymetlidir. Birbirimize ne katabiliriz duygusu da olabilir belki. İçinde bulunduğumuz kalabalığın yarattığı yalnızlıkla, içimizde büyüyen devasa yalnızlığın akrabalarını ziyaret etmesi gibi bir duygu. Ha, olmasa da olur mu? Olur tabii, hiç olmasa da olur! Görsel dünyanın hareketlerinden biridir bu etkinlikler, o kadar!
Dış ülkelere gelince… Ufkumuz genişliyor, dünyayı gözlerimizle de tanımış oluyoruz ki bu önemli ya da benim için önemli; akış şiirine inandığım, akış şiirine önem verdiğim için belki. Görmenin, şiiri dolayısıyla zihni büyüttüğünü düşünüyorum; gerekli ve yararlıdır geziler. Dünyayı ne kadar gezersek o kadar gözlem ve mukayese gücümüz artar, kanatlarımız büyür, kalemimiz renklenir. Öte yandan şiirde var olmak için etkinliklere gitmek gerekli değil, ödül almak da önemli değil, bunun da altını çizelim. Bu davetlerde ve dünyada da, şiir karmaşası yaşanabiliyor. Çok basit şiirler yazan, şiirle alakası olmayanların yazdığı şiirler dolaşıma girebildiği gibi, gerçekten şiire emek vermiş şairler görülmeyip, şiirleri çevrilmeyebilir ya da yanlış çevrilebiliyor. Bu da ayrı bir handikap. Buradan çeviri konusuna geldik ki bu da başlı başına bir sorun, şiirde çeviri mecrası.
Fakat dolaştığım ülkelerde ne açlık korkusu, ne sokakta kalmak korkusu, ne de deprem, maden ocağı, işsizlik korkusu gördüm. Özetle, dışarda korku kaygı pek kullanılmayan bir sözcükken, ülkemizin başat sözcüğüdür. Bir de geçinme kaygısı bu kadar yüksek olan ülkemizde, şiir de zora giriyor çünkü şiir, zaman ister, emek ister, araştırma ister. Tabii tüm ülkelerde böyle olması söz konusu değil fakat pek çok ülkenin, benim canım ülkemden daha iyi olduğunu görmek can acıtıcı. Dışarda gördüğüm insanların yüzündeki doygunluk ve tebessümün yanında, kederli halkımın kederli yüzünün yaşadığı bu ülke; zengin coğrafyası, tarihi eserleri, madenleri, toprağı, deniziyle eşsiz bir yer tabii ki içinde yaşamayı başardığımız sürece. Son siyasi gelişmeler, insan hayatına ve sanatına darbelerle dolu.
‘Görsel dünyanın şeytani gücü de okurları azaltmış durumda’
Sur Ajans: Nisa hocam, röportaj yaptığım hemen herkese sordum, size de sorayım. Geldiğimiz aşamada okumadan yazmadan büyük bir kaçış var, bir şair olarak bunun nedenlerini neye bağlıyorsunuz. Ne yaparız da okumayı yazmayı insanlara sevdiririz? Bunun sonu ne olacak?
Nisa Leyla: Ben okumadaki büyük kaçışı görüyorum. Bu kaos ve kalabalıkta ve zaman azlığında kolaycılığa kaçan güruhlar var. Okumaktan çok yazanlarla dolu her yer. Oysa tersi olmalı: Çok okumalı az yazmalı. Maalesef yazmadan kaçış yok, yazılanlar iğne atsak yere düşmez fazlalığında. Sadece gerçekten dürüst ve şiir bilinci olanlar, kırılanlar, şiire yazıya veya dünyaya küsenler, eserleri görünmezden gelenler yazmaktan vazgeçebiliyor ki bu; büyük bir istisna. Bu gibiler gerçekten şiir bilincine ve aşkına sahip şairler. Görsel dünyanın şeytani gücü de okurları azaltmış durumda. İnsanlar uzun okuyamıyor, sanaldan, videolardan, görselden hazırdan besleniyorlar. Elbette bu bahsettiğim, niteliksiz çoğunluğu oluşturuyor. Okura gelince… Okur da gerçek bir okur olma yolunda, kendisini korumayı bilecektir, bilmelidir; tıpkı soyuta çalışan ve uzun zaman sonra bellekteki genlere yapışarak yaşayacak ve kendini o bellekte koruyacak olan şiir gibi. Burada mecazi ve gerçek anlamda havalı(!) hayatlardan söz ediyoruz çünkü :)
Kapitalist düzende yazmayı korumak zor olabilir çünkü yayımcıların edebiyat düzeneğinin kapitalist çarkı buna izin vermeyebilir. Hem okunur olmak hem de güçlü eserler vermek gerekir diyeceğim ama bu da istisna. Yayınevleri her çağda kaliteli bir eser basacaklarsa, ki bu azınlığa hitap ettiği için vereceği zararı karşılayacak ve gündemi kurtaracak bunun yanında geçici köpük eserler de basacaktır. Bu sayede bunun da önüne geçilemiyor. O halde; iyi okumadan ve iyi yazmadan kaçış var diyebiliriz. Ben kendi adıma iyi okumalar yapıyor ve iyi eserler vererek bu savaşı güdüyorum. Şiir ve okur ancak böyle korunur. Kısaca yazalım yazmayalım, iyi eserler okumalıyız.
Ülkemiz her elli yüzyılda bir, büyük musibetlere uğruyor ve bu onu Sisifos gibi en dibe götürüyor. Aç bırakılan, kaygı, endişe dolu insan, karnını doyurmaya çalışacaktır beynini değil. Hazları beslenmeyen ilkel insancıklara dönüştürülen bu halk, yanlış hayatlar sürüyor. İktidarlar da sürekliliğini böyle koruyor, kapitalizm böyle güçleniyor ve büyüyor. Karnı doyan, tatil yapan, kitap okuyan insan kendini sever, gelişir ve cahiliyetin hiçbir türlüsünü kabul etmediği gibi, iyi ile kötüyü birbirinden ayırır, kendine ve dolayısıyla hayatına ülkesine zarar verilmesine izin vermez. Bu zincirlemede aydın insanlardan, aydın halklar oluşur; siyasetten sanata gerçek bir gelişme olur. Okumalar böyle artar, kaliteli edebiyat ve sanat böyle oluşur. Fakat dalgalı denizde de boğuşmaktan başka çaremiz yok, iyi kaptan olmak için çok okumalı ve iyi eserler vermeliyiz. Onurumuzu satmadığımız sürece, hiç olmazsa kendi yolumuza, şiirimize sahip çıkmış oluruz.
Sur Ajans: Nisa hocam, kıymetli zamanınızı ayırdığınız için çok teşekkür ediyorum. Bundan sonraki çalışmalarınızdan da başarılar diliyorum...
Nisa Leyla: Teşekkür ederim ben de. Çalışmalarınızda kolaylıklar diliyorum...