Türkiye hukuk ve adaletin iyi işlediği bir ülke olmadı hiçbir zaman.
Fakat hak arama yolları tümüyle kapalı değildi.
İşten atıldığınızda, hukuki mücadele vererek işinize dönebilirdiniz.
O imkan artık yok. Binlerce KHK’ lı, işe dönmek için bir komisyonun insafına kalmış. Küçük bir komisyon inceliyor. Yıllardır inceliyor. Arada bir birkaç kişiyi “Tamam, sen uygunsun, buyurun işinin başına “ diye görevine döndürüyor. Binlerce kişiye de “Sen dönemezsin, sen yeterince iyi vatandaş değilsin “ diyerek reddediyor.
Bu kadar mı basit?
İnsanların evlerine, çocuklarına aş, ekmek götürdükleri işlerini kaybetmeleri bu kadar mı basit?
İşten atılanlar, günün her saati, işlerine dönmeleri için bir gelişmenin olup olmadığını konuşurlar.
Bu noktaya nasıl geldik?
Küçük hataları affederek, bizden olana göz yumarak.
Dost dediğimiz insanların hatalarını yüzlerine vurmasak, hatalar büyüyerek dostluğu bitirir.
Ortaklarımızın hatalarını, yanlışlarını anında önlemesek, ortaklık bir süre sonra hataların yükü altında yıkılır.
Bizden olmayanlara yapılan haksızlıklara göz yumduğumuzda, gün gelir haksızlık yapan güç bize yönelir.
Muhalefetin, Kürtlere, HDP’ye yapılanlara sessiz kalması, iktidarla ortaklaşması, iktidarı desteklemesi Canan Kaftancıoğlu sürecini doğurdu.
Çifte standartlı tutum, standartsızlaşmaya yol açtı. Artık herkes herhangi bir gerekçeyle tutuklanabilir, mahkum edilebilir, siyaset dışına itilebilir.
Çocukluğumuzda, büyüklerimiz hırsızlığı çok büyük bir günah, ahlaksızlık ve haksızlık olarak nitelerlerdi.
“Sakın kimsenin bir yumurtasına tenezzül etmeyin. Hırsızlık yumurtayla başlar. Bir yumurtadan bir şey olmaz, dersiniz, alışırsınız, giderek daha büyük şeyler çalmaya başlarsınız.”
Kötülük sürecini başlatan yumurtanın çalınmasına göz yuman muhalefet, şimdi çelikten bir silindire dönen haksızlık çığının altında can çekişiyor.