Geçen hafta çok garip bir şey fark ettim. Okuldan çıktım, durağa doğru yürüyordum. Otobüs saati yaklaştığı için telaşlıydım. Nitekim yetiştim de. Cam kenarındaki koltuklardan birine oturdum ve dönüş yolculuğum başladı. Otobüs, iş çıkış saatine denk geldiği için bir müddet trafiğe takıldı. Camdan dışarı baktığımda daha önce önünden defalarca kez geçtiğim; fakat bakıp da görmediğim bir mezarlığı fark ettim. Hiçbir mezarlık, hayatım boyunca hiç bu kadar dikkatimi çekmemişti. Dikkatimi çekmesindeki sebep, ölüm gerçeğiyle bir kez daha yüzleşmiş olmamdı. Bir kez daha diyorum; çünkü defalarca kez bu gerçekle yüzleşmiş olsam da ölüm gerçeğini unuttuğumu hatırladım.
Ölümü hatırlamış olmak bende kaygı yarattı. Yok olacağım için kaygılanmadım elbette. Daha önce var olmadığım için kaygılanmadıysam, yok olacağım için neden kaygılanayım ki? Beni kaygılandıran şey, zamanın kısıtlılığının farkına varmış olmaktı. Yaşamın anlamını veya daha özel anlamda anın değerini, ölümü hatırlayarak oluşturmuyoruz sanırım. Tüm bu telaşe ne için diye sorduğum zamanlarda, beni anın farkındalığına getirecek bazı anımsatıcılara ihtiyacım olduğunu hissettim. Mezarlığı görmek de tam olarak bu minvalde bir etki yarattı. Bir an için ölümün varlığını hatırlamak, bir bakıma yaşamın biricikliğinin farkına varmamı sağladı. Bu zamana kadar kendimi, yaptıklarımla değil de taleplerimle tanımlıyormuşum meğer. Hiç ölmeyecekmiş gibi davranıp taleplerimi artırdıkça artırmışım hep. Bu yüzden de henüz içinde olmadığım bir gelecekte yaşamışım çoğu zaman.
Şimdiyse, şimdi ve burada olduğumu, bir gün şimdi ve burada olmayacağımı hatırlatıyorum kendime. O hâlde var olmaya devam ettiğim süreç boyunca ne yapmakta olduğuma odaklanmam gerektiğini bir kez daha anımsadım; ama bu sefer anladım.
Yarın ölecekmiş gibi yaşamanız ve hiç ölmeyecekmiş gibi okumanız dileğiyle…