Sanatçı Mahmood Azadnia’nın kapak yapılan resmiyle okur karşısına çıkan (Everest Yayınevi, 2023) Mehmet Mahsum Oral’ın “Ev Düşkünü Bazı Rüzgârlar” kitabını elinize alır almaz seveceksiniz, ancak künyesinde editör olarak adı geçen Saadet Özen yerine, “editör arkadaşım” dediği bir başka “editör”e teşekkür etmesini ise anlamayacaksınız.
“Mehmet Mahsum Oral, 1982, Kızıltepe doğumlu. Kürtçe yazılmış ve kısa öykülerden oluşan Qûtê Salê’nin (Ava Yayınları) ve Barbarlarla Beklerken (Everest Yayınları) başlıklı anlatı kitabının yazarı... Kürtçe edebiyatın sağda solda fotoğraf vermeyen gustosu dilbilimci yazar Mustafa Aydoğan ile Lîs Yayınevi tarafından çıkarılan Kürt dilinin manifestosu sayılacak derecede değerli “Mustafa Aydoğan’la Söze Dair” (Nehir Söyleşi) kitabının da “utangaç yaratıcısı”, 2016 yılından beri Mardin’de çağdaş sanat alanında faaliyetlerini yürüten Mişar Art İnisiyatifi’nin kurucularından olan sevgili M. Mahsum Oral’ın ince eleyip sık dokuduğu “Ev Düşkünü Bazı Rüzgârlar” isimli bu eserini, “bir mum gibi parlayan ve sonra da sönmüş olan Kadriye’nin gözlerine...” ithaf etmiş.
Görece dominant durumdaki ev sahibi ile “kiracı” pozisyonundaki biri diğerinin kötü bir benzeri durumundaki insanların iştigal ettiği şu “mektep” zaviyesinde itibar gören cehennette (evde!), yani kendini tekrar eden bu kısır döngüde, “… bir ev sahibinin rengiyle yaşayacağız bu evin hayatını.” Bu içinde kaldığınız tekin olmayan evin duvarlarındaki bir deliği, daha doğrusu kendinizi korumak zorundasınız artık. Vaktiyle farklı yaşanmışlıkların dörtnala yaşandığı bu bize yabancı evlere kazık çakmış olmak hissi… Evlerin neşesi çocuklarla sarmaş dolaş dut ağaçları, “bir dutu incitmeden bir başkasına uzatabilecek ellerin sayısı, bir elin parmaklarını geçmiyor...” yaşamın hayhuyunda. Evdeki bilumum eşyaların ölmüş bir rüzgârın marifeti sayesinde dile gelmesiyle birbirini anlayan perdeler ile pencerenin evde oyunlar oynaması ve nihayetinde evdeki tüm eşyalara sesini bağışlaması rüzgârın… Kiracı olarak taşınacağınız evdeki eşyalarınızın olduğu kolilere yanaşmaktan itinayla uzak duran ama bol kepçeden de atıp tutan şu nasihat delisi kimseler ile (parasıyla tutulan) taşımacılarla dostlar alışverişte görsün yardıma gelen yakınlarımız(!) düşmanınızdan bile ırak olsun. Artık kurulu bir saat misali ömür tüketmeye başlayacağınız bu yeni taşındığınız evle orada sizden fazla zaman geçirecek eşyaların muhabbeti çoktan koyulaşmaya başlamıştır artık. Taşındığınız evle yeni sakini eşyaların siz hiç yokmuşsun gibi (sizi iplemeden) ortama (eve) ayar vermesi de cabası. Bir de iç içe geçmiş evlerin hayhuyuyla hemhâl, tekil aidiyetlerin kaçacak bir delik aradığı, “çok ev” olan yerlerin (oradakilerin) handiyse ortak soluk alıp vermesinden kaynaklı birey olma vasfına nail ne varsa akamete uğradığı/uğrayacağı bir ortak mukadderata duhul olmak!..
Geceleri bu çok evlerde küçülen valizlerle her an çekip gidecek durumda bekleyen otobüslerin bagajlarında kendine yer aramaktadır şimdi. Siyah beyaz hayatların yaşandığı demlerde, çoğunlukla misafirler için yüklüklere birer sanat eseri şeklinde katlanarak konulan, çok kullanılmadığı için rengarenk parlaklığını yitirmeyen yorganlar olurdu ki, “… bu yorganlar bazı misafirlerin üzerine, bazılarının da gözlerinin önüne serilmek için vardı.” Yatıya kalan misafirlerin kokusunun sindiği bu yorganlar evlerin birer yabancısı hüviyeti taşırdı. Evdeki eşyaların (duvarda asılı duran bir tüfeğin) tabiatı dışında bir süs eşyasına dönmesini, bilincini yitirmesini, bu “dekoratif bile olsa, “… onun patlamayan bir şey olduğu bilincini kaybedip, o cinnet anında patlayabilecek tek şeyin o olabileceğine dört elle sarılmanın çaresizliğinden kaçamayana dek...” Üstat Çehov’un da aynı şekilde düşündüğü herkesin malumu. Tüfek illaki patlamalı! Depremler marifetiyle en küçük bir sarsıntıda dikkat kesildiğimiz ve evdeki herkesin gözü kulağı durumundaki tavandaki avize (“ulak’), “evin en hasarlı çocuğu” tarafından hemen fark edilir. Her sarsıntıda dönüp baktığı avizeden çok şey öğrenen çocuk, daha soğukkanlı, telaştan ve yersiz heyecandan azadedir. “Ev, ateşle oynamayı sevenlerle birlikte yaşıyor.” Bu yüzden eve nazar değmemesi, nazarı defetmek için üzerlik otu yakılmaktadır. Evdeki yeni-güzel eşyaların kem gözlerden kendini savunması icap eder. Çocuksuz evlere çocuklar geldiğinde haliyle evinde oyuncaklar olmayan evler çocuk/lar yerine geçiverir. Evin kendisi yaramaz bir çocuktur!
Eskiden ev ev dolanan dilenci kadınların, bir gölgelik evin önünde soluklanmak için bir mürekkep hokkasını andıran metal bir bardaktan suyunu içtiği; akşamları mütemadiyen elektriklerin kesik olduğu evlerimizde bir başka evin ışığı bizim ışığımız, ışığımızın da başkasına ışık olduğu zamanlardı. Evin içine alınmayan bir köy köpeği avluda uzun bir zincirle can sıkıntısını gidermek için dolansa da, “sınırı aşmak istediğinde” zincirden ötürü gerisin geri gitmektedir...
“Tamamı sana ait olmayan bir gözle”, yani başkalarının gözüyle bakmaya başlıyor insan eşyaya ve insana… Ne dokunmana ve tutmana, bırakmana ve fırlatmana yarayacak bir bir el ne de “Gittiği gibi geri de dönebilir bir ayak. Yola çıkabilir ve cayabilir ayak bırakmıyorlar,” kala kala bir göz kalıyor o da sana ait olmayan bir göz. Uzaklarla (batıya) geçimlerini sağlamak için giden evlerin (ailelerin) “Gitmeyecek bir ev...”lerinin olması da mukadderattandı. Diz boyu sefalet eskimiyor işte!
…………
Okur ile eser arasına fazla girmemeli… Bu kitaba dair yazacak çok şey olsa da en iyisi tadında bırakmak… Yazar Mehmet Mahsum Oral’ın “anlatı” türünde yazdığı; kısa ama katmanlı bir şiirselliğe banmış “Ev Düşkünü Bazı Rüzgârlar”ın okuru bol olsun.