Devasa sorunların ertelendiği, ortamın cehenneme döndüğü, yaşam kaygısının tavan yaptığı bir dönemdir.  Bir Amerikan filminde adam, kendini kızdıran tipe dönüyor ve hakaret olarak, “matematik öğretmeni” diye karşılık veriyordu! Şimdi bizim toplumumuzda, dünyanın en saygın unvanı olması gereken “emekli” sözcüğü; bir küçümseme, bir hakaret unvanı olarak kullanılmaya başlandı. Hani Marx 20. yüzyılda emekçiler için, “zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayanlar!” sözünü kullanmıştı. Şimdi 21. Yüzyıl Türkiye’sinde emeklilerin, çalışan bütün emekçilerin de, kaybedecek zincirleri bile yok! 2024 yılı Türkiye’sinde, zincirsiz yılkı atlarıyız artık! Kına yaksın sermaye transferi yapan din bezirganları ve yerli milliler! Şimdi yoksulluğun, yoksunlukların kasıp kavurduğu toplumumuzda espri yapmak, şakalaşmak, kahkaha atmak; bir başka bahara kalmış!

Epeydir görmediğim bir tanıdığıma rastladım. Ve gülerek, seni Kanada’ya gitmiş diye duydum, dedim. Keşke demez olaydım! Benim yaptığım masum bir espriydi! Baktım gerginleşti. Ve asık suratla ve sesli bir biçimde,  ben hiçbir yere kaçmam, ben terk etmem ülkemi, dedi. Vay, aklımın ucundan geçmediği halde yarasına dokunmuşum demek ki!

Arkadaşa, benim için ne düşünüyorsan, Allah sana iki katını versin, dedim. Adamın suratı çarşamba pazarına döndü. Ya anlamamış ya da benim için hiç de iyi düşünmüyormuş dedim! Ben de üstüne gittim. Sırf şaka olsun diye, bana iyi dileklerde bulunmazsan külahları değişiriz dedim. Kızgın bakışlarla baktı. Ben kendimden emin ve gülümseyerek bakmayı sürdürdüm. Yelkenleri suya indirdi. Hocam benim büyüğümsün. Sen ne dersen o, dedi. Yani bayağı ciddiye alıyor, boğuşuyordu kendisiyle. Gözü kesse, herhalde başka davranırdı. İnanılır gibi değil!

Bana saygıyla, hocam nasılsınız, dedi. Ben de sağ ol iki gözüm, aslan kardeşim, dedim. Aslan sözcüğünü duyunca yüzü karardı. He he, aslan deyin beni pohpohlayın, öyle mi, dedi. Şaka falan yapmıyordu. Cin çarpmışa dönmüştü. Benim onunla bağım bile yok! Pohpohlama söz konusu bile olamaz! Üstelik kırk yılda bir rastlamışız, nerede yaşadığını bile bilmiyorum! İnanılır gibi değil! Anladım ki orada halen de kanayan bir yarası var!

Kasadaki kıza espri olsun diye, gidip kendimi Fiskaya’dan atacağım, dedim. Korkuyla yerinden sıçradı. Aman hocam lütfen yapmayın, dedi. Buyurun buradan yakın!

AYMAZ

Uzun süredir ne yaptığımı bilmiyorum

Şeytanı görmekten de korkmuyorum

Kulvallahı da okumuyorum

Ve niye bela beni buluyor?

Diye de soruyorum / Pes valla!

***

Arı deliklerine de parmağımı sokuyorum

Soktukça parmağım bir de uzuyor

Sonra ne olacaksa? / Pes denmez mi? / He valla!

***

Karartılmış kentimin gece yarılarında

Kontraların cirit attığı alanlarda

Ulu orta / Pervasız / Kahkahalar atıyorum

Bir ben biliyorum / Bir silah  / Zulme  / Nasıl atılıyorsa?

Başka kim? / Yok valla!

***

Kuytularda yankılanan bir çığlık

Nasıl bir başkaldırı taşıyorsa?

Kahkahalar / Kah ka ha lar / Nasıl desem?

Eylül kıyımından sonra / Bu yaralı ruhlar coğrafyasında

İnsanların hem birbirlerinden / Hem “öteki” lerden

Büyük beklentileri ve büyük / Hayal kırıklıkları olduğu yerde

Ve gülümsemeyi bile unutmuş / Bu dünyası kararmış

İnsanlar arasında / Ne yazık ki / Aşk ve şiir / Başarı ve yetenek kadar

Kişilik ve mertlik de / Ağız tadıyla yaşamak da dâhil

Abes valla! / He valla!

AYDIN ALP / YALNIZ DÜŞENLERE AĞIT – DİCLEM SAHAF YAYINEVİ 2007

RUHLAR MAHŞERİ ( TOPLU ŞİİRLER-1) J&J YAYINLARI – 2015

2024 Haziran’ın son haftası. Arkadaşlar masayı donatmış, açık klimanın eşliğinde Haşim, Orhan, Afat ve ben; laflaşıyoruz. İspanya - İtalya maçını izliyor ve konuşuyoruz. Kahkaha attığımda rehber hocamız Afat’ın çocuğu Rojen içeri girdi. Bana: “Aydın Hoca’m, siz okuldan ayrıldığınızdan bu yana, öğretmenler odasında kahkahalar duyulmuyor, gülücükler soldu!” dedi. Hey, gözlerinden öpüyorum dedim.  Rojen, daha 11 yaşında. Okula hep babasının yanına gelirdi ve teneffüslerde de öğretmenler odasındaydı. Lafı çok hoşuma gitti.  Ben de Afat’a, senin bu çocuk, öyle görünüyor ki şair olacak, dedim! 

Haşim’in çocukları bana: Aydın Amca, bizi o gün nasıl korkuttun, diyorlardı. Arda ve Servan; yerinde durmuyor ve öğretmenler odasının altını üstüne getiriyorlardı. Sonrasında ben, bizim mutfağa çay almaya gittimdi. Bir baktım Haşim Hoca ve o çok hareketli iki çocuğu mutfakta. Ayaklarımı sertçe yere vurarak bir hey dedim! İki çocuk da teslim der gibi ellerini havaya kaldırdılar! Baktım Haşim Hoca da döndü ve gülümseyerek ellerini havaya kaldırdı! Haşim Hoca, sana ne oluyor, dedim. Bana, öyle bir hey dedin ki içimden zaten el kaldırmıştım. Bari çocuklara da eşlik edeyim, dedi. İşte, anımsatılan bu olay üzerine biz öğretmenler gülüşürken, çocuklar da bize eşlik ettiler.

Bizden geçmiş olabilir; ama çocuklarımız için mutlaka özgürlüklerin güvence altına alındığı bir hukuksal zemini gerçekleştirmeliyiz. Güler yüzlü ve mutluluk dolu tabloların yaşanacağı bir toplumsal sistemi hep beraber mutlaka oluşturmalıyız. Eşit, özgür ve bir arada, ama mutlaka! Sevgiler, saygılarımla…

AYDIN ALP