Son günlerde ülkede gerçek ve gerçeklik üzerine sık sık siyasi tartışmalar duyar olduk. “Falanca siyasetçi yalan söylüyor.” diyen politikacıya “Hayır sensin yalancı.” diyen bir başkasına rastlıyoruz. Sözlükte gerçek kavramı şu şekilde tanımlanıyor: El ile tutulup göz ile görülecek biçimde tam anlamıyla var olan, varlığı hiçbir biçimde yadsınamayan, bir durum, bir olgu, bir nesne ya da bir nitelik olarak var olan. Sanat, edebiyat ve felsefe alanlarında realizm (gerçekçilik) ve sürrealizm (gerçeküstücülük) akımları ortaya çıktı. Ama burada gündelik hayat, siyaset alanlarındaki gerçeklik kavramı etrafında birkaç kelam etmeye çalışacağız.
Gerçek kavramı sosyal olgularda farklı algılanıyor. Her kişiye göre ayrı bir gerçeklik, hele hele de bu kişi siyasi ise apayrı bir gerçeklik ortaya çıkarılabiliyor. Birisinin ak dediği diğeri için karadır. Yarısı su dolu bardak, bakış açısına göre bir başka anlamıyla siyasi çıkar bakış açısına göre birisi için yarısı dolu diğerine göre yarısı boştur. Bizler de vatandaşlar olarak bu kısır tartışmaları seyreder dururuz.
Vatandaş olarak duyduğumuz bilgilerin tümünü kendi süzgecimizden geçirip gerçek yaşamdaki karşılığına göre elbette bir kanaate sahip oluyoruz. Meteorolojinin sıcaklıkla ilgili tahminlerinde gerçek sıcaklık değerinin dışında basınç, nem gibi faktörlerle hissedilecek olan sıcaklık verisini de paylaştığı gibi tüm olaylar ve olgular hakkında ne hissettiğimize göre bizler de bir kanaat oluşturuyoruz. Örneğin ilgili kurumca enflasyon verisi açıklanıp duruyor. Bunun böyle olmadığına dair farklı kurumlardan da farklı veriler duyuyoruz. Vatandaş olarak ise hangi açıklamanın doğru olduğunu hissettiğimiz etkilerinden çok daha iyi anlıyoruz aslında. Hayat pahalılığı, işsizlik gibi verilerin hangisinin doğru olduğunu da yine kendi gözlemlerimizden çok iyi anlayabiliyoruz. Yapılan resmi açıklamalara rağmen her gün tanığı olduğumuz kadına şiddetteki artışı da uyuşturucu kullanma yaşının ve yaygınlığının nerelere kadar düşmüş olduğunu da.
Kanunlara göre yapılan değerlendirmelere bakacak olursak burada da tabii ki konjonkturel olarak kararlar verilir. Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını ve ülkenin başbakanı olan Adnan Menderes ve arkadaşlarını idama götüren kararlar da yıllar sonra verilen iade-i itibar kararları da tamamen ülkenin siyasi iklimine göre verilmiş olan kararlardır. Karar verileceği zamanlar olayın kanuna uygun olup olmadığının bir karşılıüı yoktur elbette. Verilecek olan karar şayet yasalarla çelişiyor ise de 17 yaşındaki Erdal Eren’i asmak için siyasi otoritece idam kararı alınmış ise gerektiğinde yaşı yükseltilerek kanuna uygun hale de getirilir. Bir dönem vatan haini damgası vurulan Nazım’ın yazdığı Kuvva-ı Milliye Destanı okunacak olursa bu ülkedeki en ala milliyetçiden daha çok bu vatanı sevdiğini görmek mümkün. Ama siyasi kudretliler o zaman böylesi bir karar verilmesini istemişse Nazım’ın vatan haini olmadığını kim düşünebilirdi ki.
Subjektif değerlendirme ve yargılardan arındırılmış olarak doğru bilgiyi, yani gerçekleri kitlelere somut olarak aktarması gereken kurumlar vardır. Bakanlıklar, TÜİK, Adli Tıp Kurumu, gibi. Bilgilendirme denilen bu kavrama nereden ihtiyaç duyulduysa bir anda enformasyon denmeye başlandı, tersine de dezenformasyon. Tam da enflasyon, işsizlik verileri, geçim sıkıntıları ile boğuşurken seçim arifesinde bir dezenformasyon yasası çıkarıldı. Yasanın çıkarılma mantığı şu: Resmi kurumlar ne derse doğru odur. Bunun aksini söyleyen olur ve bunu yayınlarsa yasanın yaptırım öngören hükümleri çerçevesinde cezalandırılacaktır. Yasanın Meclisteki tartışmaları sırasında yasanın çıkarılma gerekçesi de “gerçek olmayan bilgiyi yayarak halkı galeyana getirmek” gibi kimsenin karşı çıkmayacağı bir formatta sunuldu.
Buraya kadar kulağa çok hoş gelen yasanın çıkmasından bir gün sonra Amasra’daki maden kazası ile ilgili olarak, Sayıştay denetimlerinde denetçilerin raporlarına da yansıyan “tedbirleri almayarak böylesi bir sonucun ortaya çıkmasına sebep olunmuştur.” diye yapılan haber ve açıklamalar için kurum yöneticileri kamuoyuna böylesi bir durumun olmadığını, bunu iddia edenlerin dezenformasyon yaptıklarını basın duyurusu ile açıklayarak yasaya gönderme ve yaptırım yapılmasına çağrıda bulunuyorlardı. Tabi birkaç gün sonra kazanın sebeplerini araştıran teknik yetkililer kurumun ihmalleri sonucu bu kazanın gerçekleştiğini ispatladı. Şimdi durup düşünmek gerekmez mi? Formasyon bir anda dezenformasyona dönüşebildiğine göre nedir gerçek?
Kamuoyunun doğru ve gerçek bilgiye erişmesinin sınırlandırıldığı durumlarda sizin yaydığınız her bilgi kuşku ile karşılanır. Ha, bir de şu var ki gerçek bilginin er ya da geç ortaya çıkmak gibi bir huyunun olduğunu da unutmamak lazım. İçinde bulunduğumuz 21. yüzyılda vatandaşlara hak ettikleri saygınlığa ters düşen uygulamalardan uzak durmak gerekir. Yoksa 2. Dünya Savaşını kaybettiği halde savaşı kazandıklarını sanan Almanların, bilgiye erişimlerinin teknik kısıtlamalarla oldukça sınırlandığı Kuzey Kore halkının 2014 yılında düzenlenen olimpiyatlarda ülkelerinin futbol takımının dünya şampiyonu olduğunu sanmaları kadar acınacak durumlara düşersiniz.
Eee ne diyelim. Atasözlerimize bile mal olmuş bir gerçekliğin mirasçılarıyız ne de olsa. “Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar.”