Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir; kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar.
(Şura-)
Üstüme varma artık ne olursun. Acilen bir aşk bakanlığı ve bir de deprem bakanlığı kurulsun ki, bu topraklara sipariş aşklar ithal edilmesin artık ve kavimler göçünden beri ağlayan kadınlar ağlamasın diye.
Yine hasretli bir günle giriyorum 7.7 yetmez üstüne de 7.6 rihter ölçekli bir deprem ve aşk bakanlığı bölgesine.
Bir adam cebinde bisküvi saklıyor: "Çocuklarıma aldım, çocuklarım enkaz altında ben nasıl yerim?" diye ağlıyor...
İnsanlık ağlıyor, alem ağlıyor... Taşlar utanıyor Taş olmaktan insan utanmıyor insanlığından!
Bir anne: iki günce evine göçen enkaz altındaki kızına: "Ahhh kuzum bilseydim sana aldığım evin mezarlık olacağını, ben sana hediye diye mezarlık alır mıydım? diye ağlıyor…
Hava soğuk, ölüm daha soğuk Ayaz...
Bir baba on beş saattir ölen kızının elini bırakmıyor... Ve binlercesi...Hava soğuk… Ölüm daha soğuk... Ayaz...
Her ev Kerbela... kalınmış mucizelere ihtiyacımız var Kerbela'da televizyon başında bir damla su yutkunabilmek için... Sessiz olun denildiği zaman ekran başında bile ses çıkarmadan ölümüne nefesini tutan bir milletin seferberliğiydi bizimkisi. Bizimkisi O halin ne var, ne yok ne w yo-r-kta birinci tekil bir şahsın imkansızlığı dairesinde üçüncü çoğul şahıs olabilmenin seferberliğiydi kifayetsiz, soğuk , aynalı , ayaz ve en ohalsiz organize kötülük koşullarında...
Birinci derece aşkların ,birinci derece akrabalarla yaşandığı ve yaşlandığı birinci derece bir deprem kuşağında yaşıyorduk hepimiz ,kulaksız ve kuşaksızca. Ki henüz iyileşmemişken hiçbir birinci derece aşk yaramız. Aşk bakanlığı ve deprem bakanlığı kurulmalıydı acil elden. Çünkü bütün aşklar ikinci el yaşanıyordu ve ölümcül yaralar bırakıyordu bu topraklarda üstüne de birinci derece fay hatlarında birinci derece kırıklarla ölümcül zelzeleler yaşanıyordu .8.8 şiddetinde bir aşk ve deprem de bile en hafifi burnu kanamalı bir zayiat vermezken dünya. 6.6 şiddetindeki bir aşkın veya bir zelzelenin bile yüzlerce onulmaz yara açabildiği, onlarca can alabildiği zamanların hayvan eti yemiş çocuklarıyız biz.
Kusurlu bir depremin ardından kusurlu ve birinci dereceden küsürlü binalara suç duyurusunda bulunuyordu savcılıklar;
Oysa kusurlu beyinlere ve yüreklere suç duyurusu yapılmalıydı ilkin.
Yine bir meydan, meydanın ortasında uzun sakalıyla düşünen bir keçi ve dar aaaaağacı kuruldu tıpkı küsürlü bin yıllar öncesi misali... Atla gel Şaban bitsin bu çile nasılsa dünyadaki her yürekte olur mutlak zelzele ama ölüm dersen en çok bizde.. 114..Yetmez söz de bizde show da bizde.
Ahh Nlgün Ahh, 99 Marmara hâlâ ülkem ve sol yanım...
Yüklenmeli yine bütün günah bir keçiye (adı üstünde konar göçer göçürür Veli Göçert ki o da beş bilemedin ,altı yılda temizlenir aramıza birinci dereceden beyefendi olarak döner)ah ki ne ah ve sonra bu keçinin kıçına tekme vurulup gönderilecek dağa… İki aşkın iki günahkarın buluşmasıydı bu.
Çünkü dağlar hep günah ve günahlar barındırıyordu birilerine göre.
Her depremin keçisi de işte bu müteahhit oluyordu. Tıpkı Newyork'ta trafolara dadanan seçim kedileri gibi.
Herkes bir günah keçisi yaratmaya çalışıyordu. Herkes suçu da topu da birbirine atıyordu. Ben Nadide, Nebibe, Habibe almışım birinci dereceden hanedan terbiyesi; üstelik belediye de karga avcılarına para vermiyordu.
Deveye boynun eğri, demişler; nerem doğru ki, demiş.
Hangimiz suçsuzduk ki? Yoksa hepimiz mi suçluyuz??
Gücü kadar ahlaksızlık yapabilen ya da çalabilen bizler???
Belediyesi, iktidarı, muhalefeti, müteahhiti, bilimsiz adamı ve biz.
Biz ki en büyük suç da bizim yani.
Hani söylemeye dilim varmıyor; ama akrep gibisin. Akrep misali şiirindeki gibi hani dilim söylemeye de varmıyor ama kabahatin çoğu da sende kardeşim.
Sezen Aksu boşuna mı söylüyordu: "Ben kendimi çok suçlu hissediyorum. Öyle ya da böyle bu suç hepimize bulaştı. İnanıyorum ki, ölümden başka bir sürü çözüm var. Hepimiz suçluyuz."
Kusurlu binaların tespitinden önce ise kusurlu insanlar tespit edilmeliydi... Zavallı anneler ve kızları, zavallı "Babalar ve Oğulları" ki insan hiç olmazsa Turgenyev'den bile utanır! Daha cesetler birinci derece bir yara, öksüz bir sayfanın boynun bükük bir cümlesinde ve üstelik daha gömülmemiş ne bir toprağa ne de bir kalbe.
Topraklar bitik, kalpler yitik ve biz birinci dereceden yine silik. Kabahat sende değil seni sevende her zamanki gibi.
Bir yük binasının hatta binlerce yaşlı ve kalbi kırık binanın altında kolu kesilmiş kesik bir kolonum, sensizliğin ortasında...
Saha çalışmalarında enkaz ve mülteci bir mavi gökkuşağıyım bağlamamla Aşık Veysel parkında...
Fahiş fiyata ben ölmeyeyim de kim ölürse ölsün diye işte gerçek fahişe bu beyni ve yüreği bozuk denilen kişi tarafından satılan kusurlu bir binayım...
Aramız bozuk ama kanımız bozuk değil diyen bir köpekse bu fahişelikler karşısında kardeş olup kedilerle meydan okuyor dünyaya...
114 kişi bize unutturulmaya çalışılıyordu; oysa daha şimdiden 20 binden fazla olduk?
Ayda umut ve Elif var diye.
"Bebeğim benim, bebeğim benim Allahı'seveyim uğruna da canımı vereyim.."
Ama biz unutmamaya da susmamaya da and içiyorduk bu sefer bu ölüm seferinde.
Çünkü deprem değil bina öldürüyordu. Allah değil; akılsızlığımız öldürüyordu, Bülbülü Öldürmek ve etini yemek misali. Ki haşa Allah hiçbir kuluna düşman değildir aksine yeryüzündeki sığınacağımız tek yar ve yardımcımızdır...
Yani anlayacağın 91 saat de 128 saat de olsa yetmez, 61 yıl da olsa Ayda bebek gibi Kamil gibi direnmek, Elif gibi dik durmak ve elif gibi sevmek gerek... En önemlisi de en zor zamanlarda bile sen ben çatışmasına girmeden birbirimize sarılıp aile olmak... 129. saate ölüme bir salise kadar uzak olsak bile zor günleri fırsat bilip bir aile olmak gerek, Antep'te kaosun ortasında kocaman bir ülke olup aile olarak ayakta kalan bir anne bir baba bir de üç çocuğu gibi...133. Saatte Melisa gibi kokmalı tüm ruhlar ve dünya…
Bizi kurtaracak tek şey çokça tövbe edip aşk ile birbirimizi sevmek... Aşk ve deprem bakanlığı kurulsun ki birbirimizi daha çok sevelim. Ne kadar çok seversek birbirimizi o kadar az ahlaksız oluruz biz... Ne kadar çok aşk o kadar çok bilim ve ahlâk. Yoksa ünlü düşünür Mahsun'un dediği gibi: "Dünya düzeni bozulmuş soytarılar kral olmuş."
Ve daha çok depremler öldürür, aşk bakanlığı yahut deprem bakanlığı bile kurtarmaz bizi…
Ve sonuç hiçbirimiz sağ çıkamayız hiçbir depremden...
85 milyon kişi ölürüz
21 kişi yahut 21 bin kişi gömülürüz sadece...O da şimdilik???