16.Yüzyılın sonu ve 17.Yüzyılın başlarında büyük bir hegemonik ve Emperyalist güç olarak ortaya çıkan Britanya İmparatorluğu/Krallığı bu üstünlüğünü denizlerde ve karalarda uzun süre devam ettirecekti. Tüm dünyayı Amerika kıtasından Hindistan’a oradan Avustralya’ya kadar evirip çeviren ve hükmeden Britanya’ya dolayısıyla ‘’Üzerinde güneş batmayan İmparatorluk’’ denildi. Ayrıca İngiltere o güne değin ‘’Yeryüzünde en geniş coğrafyaya yayılabilen ilk ve tek İmparatorluk’’ idi. İşte gel gör ki; ‘’Her Kemalin bir zevali vardır.’’ prensibi burada da kendisini göstermiş ve Britanya bu üstünlüğünü uzun süre Avrupa’dan ve onun kirli ve çetrefilli işlerine bulaşmak istemeyen Amerika’ya terk edecekti. Amerika Birleşik Devletleri Potsdam Konferansı sonrasında Cihan Hâkimiyetini (Yeni Dünya Liderliği) İngiltere’den devraldı. Avrupa’da yıllarca süren savaşlar, Sanayii Devrimi sonrası dünyanın çoğunu; gücü ve oynadığı ayak oyunları ile Doğudan-Batıya sömürgeleştiren Britanya 2.Cihan Harbi sonrasında artık dayanma gücünü kaybetti. Bundan sonra âdete ‘’Bu işlerde ben yokum, yoruldum’’ diyerek bayrağı yine Anglosakson olan Amerika Birleşik Devletlerine devretti. Sahaya yeni çıkan ABD Batı Avrupa’yı savunma ve ekonomide kendisine muhtaç etmiş, ordusuz ve biçare bir Avrupa yaratmış, İngiltere’nin dünya genelindeki tüm üslerini almış ve Sovyetler Birliğini de karaya iterek denizlere çıkmasını engellemişti.
Ama bu Britanya Dünya’nın çoğunu yıllarca hem sömürerek hem de ezerek ciddi bir deneyim kazanmıştı. Bundan sonra Amerika’ya devrettiği bu liderliği nihayetinde askeri güç olarak bırakmıştı. Siyasi akıl olarak perde arkasından Amerika’ya hem ortaklık edecek hem de ona yol haritaları çizmek suretiyle rehberlik edecekti. Eskilerin bir sözü vardır. ’’Bizans’ta Oyun Bitmez.’’ burada vurgulanan temel anlam; Bizans’ın yıllardan beri biriktirdiği siyasi, askeri, diplomatik, ekonomik ve kültürel deneyim ve güçtü. Bu söz aslında ‘’ İngiltere’de Oyun Bitmez/İngiltere’de Oyun Çok.’’ minvalinde kullanılabilir.
Büyük Britanya İmparatorluğu gittiği ve sömürdüğü her ülke ve coğrafyada büyük acılara ve katliamlara imza attı. Sonrasında gücü tükenip sömürgelerini terk edince de orada kalıcı siyasi, dini ve kültürel sorunlar bıraktı. Kafasına göre cetvellerle masa başlarında çizdikleri birçok devlete çözülmesi mümkün olmayan siyasi sınır uyuşmazlıkları ve dini çatışma sorunlarını miras bıraktılar. Günümüz dünyasında Ortadoğu ve Asya’daki tüm sorunların temelinde de bu ‘Şeytani İngiliz Aklı’ yatmaktadır. Hindistan-Pakistan (Keşmir Sorunu)-İsrail-Filistin Sorunu/Arap ülkelerinin çoğu ve Kürdistan’ın dört Ülke arasında paylaşımı gibi kronik sorunları bıraktı ve halkları bu derin çelişki, sınır anlaşmazlıkları ve mezhep taassupları vesilesiyle birbirine kırdırıp durdu.
İşte bu minvalde bize yol gösteren çok güzel bir Kızılderili atasözü devreye giriyor .’’Eğer bir nehirde kavga eden iki balık görürseniz, bilin ki; oradan az önce bir İngiliz geçmiştir.’’ Asırlarca yaptıkları katliamlar, halkları ve toplumları siyasi-dini çelişkileri üzerinden birbirine kırdıran Britanya bir baba olarak yorulmuş ve artık kendisini temsil edecek İstikbali parlak olan oğlu Amerika’ya bayrağı devrederek sarayına çekilmiştir. Nihayetinde oğlu onu bu konularda mahcup etmeyerek, ‘’Boynuz Kulağı Geçer.’’ misali dünyayı ‘Yaratıcı Kaos Teorisi’ ile felakete sürükleyecektir.
ABD 2.Cihan Harbinin hemen akabinde muazzam siyasi, ekonomik ve askeri gücüyle meydana çıktı. Öyle ki; Dünyanın tüm kıtalarında ve birkaç ülkesi hariç hemen her ülkede askeri üsleri ve müttefikleri ile resmen dünyaya korku salarak askeri ve ekonomik olarak haraca bağladı. Ve nihayetinde şimdilik ‘’Dünyanın görüp görebileceği en geniş coğrafyaya hükmeden imparatorluğu’’ olarak tarihe geçti. İki büyük dünya savaşı sonrasında sürekli suni ve bazen de gerçek düşmanlar göstermek/yaratmak suretiyle Avrupa ve Uzak Doğudaki birçok ülkeyi kendisine resmen mecbur ve mahkûm etti. Özellikle bunlardan disiplinli, zeki ve mühendis kafalı Almanya ile Uzakdoğu’da ‘’Sarı Irkın Doğuşu/Yükselişi’’ pratik ve başarılarıyla kalkınma, ilerleme ve modernizmin öncüsü olan Japonya’yı her daim aşağılar gibi içler acısı bir duruma soktu. Her defasında yapılan birçok savaşın maliyetini özellikle bu iki zengin ülkeye fatura ederek, onları zoraki olarak yaptığı tüm kirli işlerine tehdit ve şantajla ortak etti. Ne acınılası bir durumdur ki; bu Almanya ve Japonya Amerika Birleşik Devletleri’nin bu şantajlarına rest çekip bağımsız devletler gibi davranamıyorlar. Kendilerini ikinci dünya savaşından sonra imzaladıkları esaret antlaşmalarıyla tamamen ABD’nin uydusu ve kuyrukçusu haline soktular. Amerika ayrıca Avrupa’yı ve kendisine yakın bazı Müslüman ülkeleri de SSCB ‘’Bolşevizm’i ve Komünizm’’ korkusuyla yanlarına çekerek kendisine bağladı.
Ama artık ABD için zaman daralıyor. İşte o gücünün zirvesinde olan Amerika teknolojik, askeri, finans ve siyasi nüfuzuyla artık eskisi kadar dünya genel siyasetinde belirleyici olamamaktadır. Yani zirveyi her anlamda yaşayan ABD artık yokuş aşağı inişe geçmiştir. Bu aşağı doğru inişin en somut belirleyenleri Ukrayna-Rusya ve İsrail-Filistin sıcak çatışmaları olmuştur. Avrupa-Atlantik cephesinde işler eskisi gibi tıkırında yürümüyor. Avrupa’nın ABD tasallutundan kurtulmak için çıkardığı çatlak sesler daha gür ve somut olarak çıkmaya başladı. Avrupa Birliğinde eksik olan şey Ortak bir Ordu ve güçlü siyasi liderliktir. Halen kendi içinde bir birlik olmaktan yoksun olan ve gereksiz genişlemesiyle bu hedeflerini tutturmaktan sürekli uzaklaşıp Amerika yörüngesinde dolanan Avrupalı devletler yeni bir çıkış yolu arıyorlar.. Netice de birçok ulus ve halk şunu anladı. Anglosakson devletlerin kendilerine verecek bir şeyleri kalmadı. Yıllardan beri kendi ülkelerinin kaynaklarını sömüren ve onları iliklerine kadar emip karşılığında kan, acı, gözyaşı ve sefalet dışında bir şey sunmayan bu Avrupa-Atlantik merkezli güçlerden; başını Rusya-Çin-Hindistan-İran gibi ülkelerin çektiği Asya-Pasifik kanadına kaymaya başladılar.
Ukrayna-Rusya savaşında Avrupa-Atlantik Cephe Hattı NATO’yu kullanarak savaşın çıkmasına zemin hazırladılar. İkinci yılı bitmek üzere olan savaşta Ukrayna’yı siyaseten cesaretlendirerek Rusya’ya saldırtan Avrupa-Atlantik ekseni ilk başlarda Rusya’yı biraz yıprattılarsa da sonuçta tam bir kör dövüşüne dönen bu savaşta Ukrayna’yı neredeyse kaderine terk ettiler. Vizyonsuzluğu ve acemiliğiyle komedyen müsveddesi bir şahsı kendine Cumhurbaşkanı yapan Ukrayna halkı bu savaşa karşı çıkmayarak ‘’Avrupa Birliği’’ hayali ve NATO şemsiyesiyle daha müreffeh ve güvenli bir ülke olacaklarını zannettiler. Maalesef Ukrayna’ya devasa Rus gücüne karşılık biraz mühimmat, silah, top, mermi, cephanelik ve bazı bölgelerden getirtilen paralı askerlerle destek veren Avrupa-Atlantik kanadı şimdilerde batağa saplanmış ve debelenip duruyor. Ukrayna’ya uzun menzilli füzeler, savaş uçakları vermeyen ve hatta Abraham, Leopard ve Challenger gibi (ABD, Almanya, İngiltere yapımı) Savaş Tanklarını dahi savaşın ikinci yılında ancak rica ve minnetle veren NATO, Ukrayna’nın tamamen harabeye dönmesine ön ayak oldu. Vereceği uzun menzilli füze ve savaş uçaklarının Rusya topraklarındaki saldırı ve operasyonlar için kullanılmamasını isteyen Avrupa-Atlantik cephesi beri taraftan Rusya’nın tüm askeri gücüyle Ukrayna’nın şehirlerini yerle yeksan etmesine ses çıkartmamaktadır. Ama bu arada Ukrayna’nın en becerikli, kalifiye ve mesleğinde uzman ne kadar vatandaşı varsa tümüne iyi imkânlar sunarak kendi ülkelerinde istihdam ettiler. Bu onlar ve ülkelerinin ekonomisi için en iyi yatırım oldu. Beri taraftan ’’Ukrayna’ya sahip çık.’’ ve ‘’Bir Ukraynalı aileye sen de evini aç.’’ sloganlarıyla sözüm ona insanlık ve medeniyet dersleri vermeye kalktılar.
Esasında Ukrayna halkı da yaşayarak, görerek ve korkunç acılar çekerek Amerika ile Avrupa’ya güvenilmeyeceğini öğrendi. Zaten o Amerika değil miydi, gittiği her yerde başarı sağlayamayan ve zoru görünce kaçıp oradaki destekçilerini ve halkı yüz üstü bırakan? Kore’de, Vietnam’da, Irak’ta, Somali’de, Afganistan’da ve daha nice memleketlerde böyle yapmadılar mı? Belki kısa vadeli olarak bu ABD hegemonyasına karşı çok sert ve hızlı bir çıkış Asya-Pasifik Cephesinden gelmez. Yalnız; gelinen noktada ve yapılan anlaşmalar ve bazı ittifak ve hamleler net olarak gösteriyor ki; Asya-Pasifik kanadı tamamen birleştirici ve güçlü bazı adımlar atmak ve siyasi roller geliştirmek suretiyle harekete geçti. Batının Küresel Finans sistemi üzerindeki hâkimiyetine meydan okuyan BRICS (Brasil-İndia-Russia-China-South Africa) zamanla Batının şerrinden ve zorbalığından kaçan birçok ülkenin sığınacağı bir liman haline gelecek. Tabii, burada ABD’nin elindeki en etkili silahı ve gücü olan Amerikan Doları (USD)’nın Küresel ve muazzam etkisi nasıl frenlenecek ve durdurulacak? Öncelikle buna bir çözüm bulmaları gerekecek. Sonrasında ABD’nin çok yıkıcı ve ateş gücü yüksek olan askeri gücü ve silah sanayiyle nasıl baş edecekler? Son yıllarda yapılan askeri çatışma ve simülasyonlar üzerinde muhtemel bir Konvansiyonel savaşta ABD’ye karşı savaşan tüm muhalif dünya onunla baş edecek seviyeye gelemedi. Lakin bunların çoğu manipülatif ve algı operasyonları olarak okunmalı. Bize yıllarca ABD’nin muhteşem gücü, yenilmezliği, kahramanlıkları ve başarıları sinema, eğitim, edebiyat, medya ve kültür vasıtasıyla sürekli pompalandı. Geldiğimiz noktada ve aşamada artık kazın ayağının böyle olmadığı anlaşıldı.
Asya-Pasifik Cephesinin Şanghay Beşlisi Siyasi bir blok olarak ciddi bir rakip olarak Avrupa-Atlantik Cephesinin karşısında durmaktadır. Gerçi içlerinde her ne kadar şu ana kadar bir bütünlük yok gibi görünüyorsa da, ilerleyen zamanlarda aralarındaki bu çelişkileri gidermek suretiyle Avrupa-Atlantik Bloğunu engelleyen ciddi bir aktör haline geleceklerdir. Gerçi Çin’in korkak ve bazı konularda sinsice yol alması, Hindistan’ın zaman zaman ABD’ye yanaşması her ne kadar dışardan bakıldığında güven veren bir topluluk olmadıklarını gösterse dahi, zamanla ABD’nin kendilerini kuşatması dolayısıyla yekvücut olmak zorunda kalacaklardır. Bunu Asya-Pasifik Cephesinin silahlı ve askeri gücünü son Ukrayna savaşında NATO’ya karşı verdiği mücadelede ispatlayan Rusya üstlenecek. Elbette Rusya, Ukrayna’ya karşı verdiği mücadele de tek başına değildi. Arkasında onu askeri –siyasi ve lojistik anlamda besleyen destekleyen Avrupa-Atlantik Cephesine nefret duyan Çin-İran-Kuzey Kore-Hindistan-Vietnam vb. birçok ülke bulunuyordu.
Hindistan ve Çin ise daha çok ekonomi alanındaki kalkınma ve sıçramalarla Avrupa-Atlantik Cephesinin Serbest Pazar piyasasına ve ihracatlarına ciddi darbe vuracaklardır. Şu anda Asya-Pasifik Cephesinde yer alan ve Antik Çağdan günümüze kadar gelen iki köklü Medeniyet vardır. Bunlar Çin ve Hindistan’dır. Bu iki devlet eskiden olduğu gibi hal-i hazırda da savaşma beceri ve kapasiteleri olmayan devletlerdir. Yani muhtemel bir sıcak çatışma da Çin ve Hindistan yanlarında askeri olarak durmayan bir Rusya olmaksızın hareket edemeyeceklerdir.
BU AVRUPA-ATLANTİK (BATI) HEP KÖTÜ VE ÇİRKİN Mİ? O ZAMAN İYİ KİM?
Haddizatında; tarihsel süreçte ilk devletli toplumlardan İmparatorluklara, Krallıklardan Ulus Devletlere tüm egemen güçler zorba, katliamcı, baskıcı, yağmacı ve çapulcu olmuşlardır. Burada konumuz Avrupa-Atlantik (Batı) Dünyası veya Emperyalizmi kötü ama yerine muhtemelen gelecek veya onu dengeleyecek Asya-Pasifik (Doğu) dünyası ve Emperyalizmi iyidir sonucuna varmak değil. Bugün asırlardan beridir dünyayı hep Avrupalı ve Amerikalılar idare etmedi. Tüm savaş, yıkım, kıtlık, katliam ve kötülüklerin sebebi de onlar değil. Ona bakacak olursak; yeryüzünde ilk kanın döküldüğü ve savaşların çıktığı yer özelde bugün Ortadoğu denilen coğrafya ve Asya kıtasıydı. İlk medeniyetler burada kuruldu ve dünyaya yayıldılar.
Sümerlerden, Babillere, Medlerden, Perslere, Hindden, Çine, Emevilerden, Abbasilere, Eyyubilerden, Selçuklulara, Moğollardan, Osmalılara durmadan savaşıldı. Kanlar döküldü. Halklar ezildi. Birçok mimari, edebi ve kültürel eserler ve miraslar yok edildi. Bu coğrafya halklar mezarlığına dönüştü. Sadece değişen şu oldu. Günümüz dünyasındaki egemen ve emperyalist güçler ateş gücü yüksek kitle imha silahlarına sahip olduklarından, yapılan savaşlardaki yıkım ve vahşet daha korkunç olmakta. Teknolojideki hızlı gelişmeler ve her şeyin anında sosyal medya üzerinden tüm dünyaya servis edilmesi günümüz savaşlarını çok vahşice ve korkunç olarak göstermekteler. Yoksa geçmişte yapılan savaşların ve katliamların bunlardan hiç geri kalır tarafı yoktu. İnsanlığın bilgi ve kültürel mirası her millet ve medeniyetin birbirinden etkilenerek ve yapılanın üstüne yenisini koyarak bugüne kadar getirdiği birikim ve değerler bütünüdür. Avrupa/Atlantik (Batı) dünyasının çağdaş ve medeni anlamda insanlığa ve dünyamıza çok iyi bilimsel, teknolojik, kültürel, ekolojik, demokratik ve siyasi katkıları olmuştur. Modern dünyamızın hemen hemen bütün siyaset kurumlarını oluşturan Amerikan Haklar Bildirgesi, İngiliz Devrimi ve Fransız İhtilalidir. Anayasal rejimler, parlamento, kuvvetler ayrılığı, bağımsız yargı, basın özgürlüğü, her insanın doğuştan hakları, demokrasi, halkın iradesi, tıptaki gelişmeler, uzay araştırmaları, silikon vadiler, yapay zekâ vb. tüm değerleri hayatımıza sokan Batı Medeniyeti ve dünyasıdır. Kısaca; her hegemonik güç ve iktidar doğası gereği bir süre sonra güç zehirlenmesi yaşar. Zücaciye dükkânına girmiş bir fil gibi yanlış ve muhalif bulduğu her devlet ve toplumu yok etmeye başlar. Hasıl-ı kelam; ABD’nin yerine süper güç olacak yeni bir emperyalist devlet ister Çin, ister Rusya ister İran olsun. Onlarda bir süre sonra şu anda Amerika’nın veya geçmişte İngiltere’nin yaptıklarının aynısı yaparlar.
Nihayetinde yakın zamanda bir 3.Dünya savaşı çıkmayacak. Çok tehlikeli nükleer ve kitle imha silahlarına sahip olan düzinelerce ülke mevcut. Yalnız ortada çıplak bir gerçeklik var. Avrupa-Atlantik Cephesi var olan üstünlüğünü kaptırmamak için her çılgınlığı yapacak. Ama onu ileride dengeleyecek veya üstünlüğü ele alacak olan Asya-Pasifik Cephesi de bu şekilde süren bir dünya düzenine izin vermeyecek. İşte ARMAGEDDON SAVAŞI o zaman bu iki cephe arasında cereyan edecek ve bu sefer muzaffer olan taraf Asya-Pasifik Rusya-Çin-Hindistan-İran ve onların bileşenleri olacak.
PEKİYİ, ‘KÜRD’LER BU İŞİN NERESİNDELER? VE GELECEKTE NE YAPMALILAR?’
Uluslaşma sürecini sanki kıyametin son günü de olsa tamamlayacak olan Kürd’lere gelince. Çok uzun soluklu ve yıpratıcı olan bir mücadele sonrasında sanki son hamleyi yapmak için bir mola vermiş gibi duruyorlar. İşte bu yasaklı-yetim-sahipsiz halk; tarihte Batı Medeniyetinin ciddi mağdurlarındandır. Onları üç parçaya bölen (Kasr-ı Şirin antlaşmasını saymazsak) şu andaki Avrupalı güçler ve dönemin süper gücü olan Britanya Krallığıdır. Kürd’ler çeşitli sebeplerden kendilerine defalarca sunulan bazı özgürlük fırsatlarını kaçırdılar. Tarım toplumundan sanayileşmeye geçemeyen, feodaliteyi aşıp modernleşemeyen Kürd’ler kendi içlerindeki çelişki, çatışma ve kısır döngüyü aşamadıklarından hep dağınık ve başarısız oldular. Gelinen noktada Kürd’leri kendi içinde barındıran tekçi ve zorba ulus devletler olan Türkiye-İran-Irak ve Suriye bu sorunu Demokratik, Anayasal ve Hukuki çerçevede çözmezlerse bir süre sonra kendileri çözülecek. Bunun yakın zaman örnekleri ortadadır. Irak ve Suriye çözüldü. Sırada İran ve Türkiye olacak. Artık olaylar Kürd’lerin dışında gelişiyor. Kürd’ler kendileri istemezse dahi; Avrupa-Atlantik Cephesi onlar için bir devlet kuracaklar. İster İsrail’in güvenliği ister kendi Âli menfaatleri için olsun. Burada ‘’Kurulacak Kürdistan Devleti Emperyalistlerin uşağı veya İkinci İsrail olacak.’’ diyenler çok olacak. Böyle düşünenlere sormak lazım; şu anda yaşadıkları ülkelerde Amerikan uşağı olmayan tek bir devlet var mı? Bu gibi kimselerin amacı ve bilinçaltında yatan şey; ‘’Her ne olursa olsun Kürd’ler statü sahibi olmasın.’’ Korkusu ve temennisidir.
Ortadoğu’da bağnaz, baskıcı, gerici, fanatik olan Arap ve Müslüman devletler tarafından çevrelenmiş bir ada görüntüsü veren İsrail için seküler, hoşgörülü, uyumlu ve daha tolere edilebilen bir millet olan Kürd’lerin varlığı onlar için can suyu olacaktır. Bu saatten sonra kendilerini ezen Müslüman kardeşlerinin yanında yaşamak istemeyen onlardan doğal olan insani haklarını yıllardır alamayan Kürd’ler için tek seçenek Batı dünyası ve onların değerleridir. Çünkü kendilerine yaşadıkları devletler tarafından bir haşere muamelesi yapılan dilleri ve kültürleri yok sayılan, sürekli cadı avına dönüşen takip ve baskılarla imha ve asimile edilen Kürd’ler ‘’amasız’’ ve ’’ fakatsız’’ bir şekilde Hristiyan Âlemin ve Avrupa-Atlantik Cephesinin saflarında yer almalıdırlar. Çünkü Müslümanım diyen toplumların ve halkların Kürd’leri ittikleri nokta burası olmuştur.
Çünkü riyakâr ve ahlaksız Müslüman Devletler ve rejimleri Çin’deki Uygur’ların, Balkanlardaki Boşnakların, Kafkasya’daki Çeçen’lerin, Hindistan’daki Keşmir’lerin ve Ortadoğu’daki Filistinlilerin hakları söz konusu olunca hop oturup hop kalkmaktalar. Burada ezilen halklar ve milletlere yardımcı olunmasının temel sebebi; burada ezilen Müslüman halkların Hristiyan, Budist ve Siyonist devletler tarafından ezilmeleri gerekçesidir. Ama mesele Kürd’ler ve hakları olunca her devlet ya üç maymunları oynar ya da tüm sorunları halının altına süpürür dururlar. Kendilerine zorlandıkları dönemlerde kısmen de olsa sahip çıkan ve cılızda olsa ses çıkartan ve sahiplenen Avrupa-Atlantik Cephesinin yanında yer almaları anlaşılır bir durumdur. Bundan sonra olacakların vebali ve günahı susan ve Kürd’leri sürekli susturan tüm insanlığın boynunadır. Zira on veya yirmi yıl içerisinde ‘’Ortadoğu’da Büyük Tufan Kopacak.’’