Sabah ilk derse girmeden önce, çay içmek için bana ayrılan en küçük bardağı aldım. Önümdeki Esen Hanım, bütün alçakgönüllülüğüyle gayet kibar bir şekilde, bardağı uzatın hocam, dedi. Ben de bardağı uzattım, doğal olarak bardak tutan elim de uzanmış oldu! Demlikteki kaynar çayı bardak yerine elime dökmeye başladı! Farkına varır varmaz da kızardı, telaşlandı! Elimi hemen musluğun önüne tuttu, özür diledi. Ben de ona hayır hayır daha uyanmamıştım! Sayenizde kendime geldim! Şimdi sınıfa zinde gireceğim, dedim ve yanan elime rağmen onu yatıştırmaya çalıştım.
Müdüriçemiz, öğretmenler odasının kapısında durdu. Ona, güzel olup da bayramımı kutlamayanın, dedim. Gayet gururlu bir ses tonu ve jestle elini göğsüne vurarak dönüp öğretmen arkadaşlara sesli biçimde, o güzel ben oluyorum, dedi. Müthiş alçak gönüllüdür (!) Müdüriçemiz.
Okulumuza yeni gelen stajyerler vardı. Onlara biraz takılmıştım, beni sevmişlerdi. İçlerinden biri biraz boş bulunmuştu! Ona sevgili kardeşim, sen şair Aydın Alp’le konuşuyorsun, demiştim. Sonra arkadaşlar ona benden söz edince google’dan beni araştırmıştı. Sonraki gün bana, aman hocam yanlışlık oldu, demek ki rastgele konuşmamak gerekir, dedi. Salih Hoca da biz rastgele konuşuyoruz; ama Aydın Hoca da rastgele yazıyor, dedi.
Neşe Hoca’ya geçmiş olsun, bak bir hafta geçti ben daha iyileşemedim, dedim. Salih Hoca’dan beklediğim atak, Ahmet Hoca’dan geldi: Aydın Hoca’ya geçmiş olsun da diyemiyoruz!
Müdür Bey benim yükümü azaltmak için, son bir ayım biraz yorulmadan geçsin diye yeni bir Türkçe öğretmeni istetmişti.
Bir Türkçe hocası eksikti ve biz derslere ful giriyorduk.
Arkadaşlar, Aydın Hoca hiç sınıfa girmesin, joker olsun, dediler.
Salih Hoca, Aydın Hoca’dan olsa olsa papaz olur, dedi.
Sevgili öğrencilerim de bana, lütfen hocam gitmeyin!
Bundan sonra bize kim, sevgili alçak öğrencilerim, diyecek!
Okula giriş kapısının önünde güneşe karşı oturuyordum.
Kedicik geldi, yanıma çöktü. Müdürümüz de fotoğrafımızı çekti.
Ve bana, öğrenciler bugün senin için önemli hazırlıklar yapıyorlar, dedi.
Bir iki gün önce okulun önlerinde bir pitpul görünmüştü.
Ben sakın sınıfa pitpul getiriyor olmasınlar, dedim. Moğol Kardeşim, aman ha pitpulu Aydın Hoca’dan korumak gerekir! Ardından ekledi. Bakın öğrenciler, Aydın Hocadan kurtulmak için veda partisi yapıyorlar! Biz öğretmenler de Aydın Hoca’dan kurtulmak için bir veda partisi yapmamız gerekiyor!
Sevgili öğrencilerim de benim için doğum günü partisi hazırlamayı harıl harıl sürdürüyorlardı! Sonrasında da “Aydın Hoca! Aydın Hoca!” diye okulun altını üstüne getirdiler!
HESAPLAŞMA ANI
Ve ben görünürüm, zamanıdır
Saçları çığlık dikilir!
Gözler fal taşı açılır!
Yatıştıran bir yürüyüşle sokulurum
Elimi batırır olanca gücümle
Söker alırım yerinden!
Yüreğimdir veririm!
Deler avuçlarını!
Kemiklerini bile eritir bunağın!
İşaret parmağım dudaklarıma kalkar
Bakışlarım onaylar
SUSSS!
Bir daha o uluyan sesine katlanamam!
Bir yağmurdur yıkar yüzünü
Ve yürürüm, dere tepe dinlemem!
Maviler içinde beklenen günlere!
1985
AYDIN ALP / YÜREĞİNİZİN KAPILARINI KIRACAĞIM
Serkan Hoca öğretmenlere, Zerzevan Kalesi’nde, herkesin kim çıkacak diye beklediği tarihi kişilik olarak, gece yarısı gökyüzünde kim görünmüş, dersiniz? Ben dâhil, bütün arkadaşlar kulak kesildik! Öyle bir etkinlik vardı ve tarihi kişilik olarak kimin seçildiğini bilmiyorduk! Aydın Hoca’nın görüntüsü belirmiş, dedi! Geceyi düzenleyenler de izleyicilerle birlikte küçük dillerini yutmuşlar! Neyse ki gökyüzündeki Aydın Hoca ruh gibi durmuş ve sonra öfkeli bir bakışla çekip gitmiş. Orada şiir okusaydı ya da kahkaha atsaydı, millet kendini dağdan aşağı atardı! İyi ki onu yapmamış, dedi. Herkes dönüp bana baktı ve her kafadan bir ses çıkmaya başladı!
Eda Hoca, tepeden tırnağa sıkı giyinmiş, paltolu sırtı klimaya dönük! İngiliz Leydimiz Tülay Hanım da onun karşısında ve yüzü, soğuk hava üfleyen klimaya dönük ve kısa kollu ve kısa etekle oturuyordu! Eda Hoca’mıza klimayı siz mi açtınız dedi. Eda Hoca, evet, dedi. O zaman ya yer değiştirelim ya da giysilerimizi, dedi.
Yazının ardında buluşmak dileğiyle sevgiler, saygılar… AYDIN ALP