Toplumsal bir varlık olan insanın sosyalleşmeye ihtiyacı var. Her insanın bilinç, kültür ve yaşam tarzına göre sosyalleşme yol yöntemi farklı farklıdır ama illa ki, her insan mutlaka bir şekilde bulur bunun bir şeklini şemalini.

Ne de olsa nerede olursa olsun insana insan lazım. Kafa dengi 3-5 insan oldu mu, oranın neresi olduğunun bir önemi de kalmıyor, çünkü ortamı güzelleştiren de çirkinleştiren de insandır.

Yalnız ilginçtir, içinde yaşadığımız toplumsal sistemin davranış tarzında insanların içinde bulundukları ortamlardaki sosyalleşme çabaları hep bir üstünlük kurma üzerinden bir yarışla sürüp gidiyor. Herkes kendini güçlü hissettiği yanından başkalarına belli bir üstünlük taslama üzerinden bir sosyalleşme çabası güdüyor. Bahsini açtığı konular, verdiği örnekler, konuyu evirip çevirip getirdiği noktada etrafındaki herkesten ne kadar üstün olduğunu kanıtlama gayretkeşliği içinde çırpınıp duruyor.

Konunun ne olduğunun bir önemi yok. Ortaya atılan, bahsi açılan ne varsa ille de en iyisinin, en üstününün mutlaka kendisine ait bir örnekte daha iyi olduğu üzerinden bir yarışla olmadık zıtlaşmalar üzerinden patinajla kendini tüketip duruyor.

Bu tüm toplumsal kesimlerin her türlü insan tipinde şaşmaz bir biçimde böyle ve istisnası da yok denecek kadar az. Herhangi bir konu açıldığında ben bu işte en beceriksizim diyen kaç insan bulabiliriz etrafımızda? Ya da karşısındakine üstün gelme dürtüsünün dayanılmaz hafifliğiyle paçasından tutup kendi seviyesine çekme girişimleriyle seviyesiz haller vs…

İnsanın yaşamı yanıbaşındaki insanlarla bir anlam bulur ama insanın başka insanlarla uyum yerine onlarla sürekli dalaşan ve üstünlük kurma telaşıyla insanları kendinden uzaklaştıran tavırları aslında en çok da kendisine zarardır. Çünkü insan için en büyük ceza kalabalıklar içinde yalnızlaşmaktır.

Yalnızlaşmak, girdiği ortamlarda yer bulamamak, insanların yaşamında pozitif bir şekilde yer alamamak bir insan için bundan daha kötüsü nedir ki? İnsanı insan yapan anlamlı ilişkilerden yoksun kalmak, bir başına ve istenmeyen olarak terk edilmek sosyal bir varlık olan insan için tükenmek değil de nedir?

Kimsenin aramadığı, sormadığı, arzulamadığı, beklemediği, varlığından memnuniyet duymadığı bir noktaya kendini hapsetmek kadar büyük bir çaresizlik olabilir mi?

Oysa ki, insan insana yaklaştıkça yüreğinin kapıları açılır. Derdini, kederini paylaşarak azaltan insan, sevincini, mutluluğunu da paylaşarak çoğaltır.

Ancak insandaki bencil, ben merkezci ve egoist tavırlar başka insanlarla kurduğu ilişkileri tüketmekten başka bir işe yaramıyor.

İnsan sosyal bir varlık olarak ne kadar toplumsallığından uzaklaşır ve yaşadığı topluma yabancılaşırsa o kadar bencilliğin dipsiz kuyusuna sürüklenir. Aslında insanı insanlığından uzaklaştıran şey içinde yaşadığı topluma karşı sorumsuzlaşması ve bireysel çıkarını toplumsal yararın önüne koymasıdır. Bireyin içinde yaşadığı topluma karşı herhangi bir sorumluluk hissetmemesi hali insani değerlerin yitirildiğinin ve insanın kendine yabancılaştığının göstergesidir.

İnsanda toplumsal duyarlılığın yitiminin bir adım ötesinde ise topluma zararlı davranışlar boy verir.

İnsanlar iyi ya da kötü doğmazlar ama iyilik ya da kötülüğün içine doğabilirler. İnsanın içinde şekillendiği ortam, onu insani özelliklerinden uzaklaştırabilir de insani değerleri daha ileri bir noktadan üretmeye yakınlaştırabilir de. Bu da insanın diğer insanlarla nasıl sosyalleştiğiyle yakından ilişkilidir. O yüzden insanlarla sosyalleştiğimizde onların hayatına kattıklarımız hem bizi biz yapan hem de bizi insani değerlere uzaklaştıran ya da yakınlaştıran şeylerdir. Haliyle üstünlük taslama yerine yan yan durmayı başarmak sağlıklı sosyalleşme için olmazsa olmazdır.