Kimileri yurt der, kimileri vatan…

Vatan diyenler kendilerini daha ulusalcı, milliyetçi görürken, yurt diyenler daha halkçı, toplumcu olduğunu düşünür.

İster yurt isterse de vatan fark etmez, sonuçta üzerinde yaşanılan bir toprak parçası üzerindeki egemenliği temsil eder. Ancak ne yurt ne de vatan insansız bir anlam ifade etmez. Yurdun, vatanın içinde yaşayan insanların huzuru, mutluluğu, refahı belirler oranın ne kadar yaşanılacak bir yer olduğunu.

Herkes yurdunu, vatanını sever, çünkü aidiyet hissettiği yerdir orası. Aidiyet hissi insan yaşamı için olmazsa olmazdır. İnsan kendini ait hissetmediği bir yerde ne mutlu olur ne de oranın derdini, kahrını çeker.

Hangi milliyetten olursa olsun fark etmez; insanlar aidiyet hissettikleri yurdunu, vatanının terk ediyorsa, gözünü başka diyarlara dikmişse orada ciddi bir sorun var demektir. Çünkü kimse ait olduğu toprakları hiçbir şeye değişmek istemez.

Göç, göçmenlik, göçebelik her daim insanlara içinde yaşadıkları koşulların dayattığı bir şeydir. Elbette ki, insanlar dünyanın dört bir yanını gezip görmek isterler. Kimse dünya nimetlerinden kendini mahrum bırakmak istemez ama mesele gezip görmenin ötesinde ait olduğu topraklarda kendine istediği bir yaşamı kuracak koşulları bulamamasıdır.

Şimdi dünyada vize serbestisi olsa kaç kişi kendi memleketinde kalmak ister, dünya üzerinde zenginliklerin, refahın biriktiği belli başlı ülkelere nasıl bir akın başlar? Avrupa’ya, Amerika’ya, Kanada’ya vizesiz giriş olsa oraların hali ne olur acaba? Kimse Çin’e gideyim de ucuz işgücü olayım diye sıraya girecek değil ya… Herkes, çalışma ve yaşam koşullarının iyi olduğu, aldığı ücretle insan gibi yaşayacağı bir yerde olmak ister.

Peki, bir vatan, bir yurt insanlara insanca yaşayabileceği koşulları sunmuyorsa bunun sorumlusu kimdir? Elbette ki, yeryüzünde her ülkenin sahip olduğu yeraltı, yerüstü kaynakları eşit dağıtılmamıştır. Bazı ülkeler kuruluşundan şanslıdır. Doğası, iklimi, kaynakları yaşamaya daha elverişli ülkeler de var. Ama birçok açıdan şanslı olan ama insanlarına yaşanacak bir ortam sunamayan ülkeler de var ne yazık ki…

Peki, bu ülkelerde yaşayan insanların ne kabahati var da bir türlü hayalini kurdukları yaşamı kendilerini ait hissettikleri topraklarda bulamıyorlar ve gözleri başka yerlere dikmek zorunda kalıyorlar.

Ülkenin yönetim sistemi, ülkeyi yönetenler elbette ki bundan birinci derece sorumlular. Ama tek sorumlu onlar mı? Yönetenleri her seçim döneminde değiştirenlerin bunda hiç mi payı yok? Ya da yönetenler sürekli değişse de gidişat neden bir türlü değişmiyor?

Son 100 yılda dünyada ülkede neler değişti? Kimilerinin dediği gibi “dünya küçük bir köy” oldu. Dijitalde, sanal alemde insanlar dünyanın her köşesine ulaşabilme imkanına sahip. Dünyada ne oluyor ne bitiyor herkesin anında haberi oluyor. Ama yine de her şey eski tas eski hamam…

Dünyanın en zengin, refah standardının en yüksek olduğu yerlerde dahi insanlar arasında eşitsizlik noktasında değişen bir şey yok.

Bir zamanlar Avrupa hayali ile yollara düşen insanların oralarda yaşadıkları hayatlar da ortada. Uğruna vatanlarını, yurtlarını terk ettikleri topraklarda onları kimse kırmızı halı ile karşılamadı. Orada cenneti de bulamadılar. Ama her şeye rağmen oralarda tutunarak bir yaşam sürdüler ve memleket hasreti çeke çeke ömür tükettiler.

Şimdi bir insan kendini ait hissettiği yurdunda, vatanında doyamadığı için başka diyarlara göç etmek zorunda bırakılıyorsa burada kabahati kimde, nerede aramak gerekiyor?

İlk göç iç göçtür ve insanlar her şeye rağmen ilk önce yaşadıkları toprakları ülkenin içinde başa bir yer için terk ediyorlar. Ülke içinde aradıklarını bulamadıklarında ise yurtdışı yolları gözüküyor. Yani, her şeye rağmen yine de sınırların içinde kalmak için bir çaba söz konusu. Yani insan son kertede ait olduğu topraklardan çok fazla da uzaklaşmak istemiyor.

Peki, insanın mutlu, huzurlu olmadığı, istediği refahı bulamadığı, hayalini kurduğu yaşamı elde edemediği bir yurt, vatan ne kadar tam olabilir ki?

Yeryüzünün hangi köşesi olursa olsun her şey insanlarla var ve insanlarla güzel. Yurdun, vatanın güzel olması başlı başına bir anlam ifade etmez. O yurdun, vatanın üzerinde yaşadığı insanlara sunduğu olanaklarla güzelleşir her şey.

Yurdunu, vatanını seven her bireyin üzerindeki en büyük sorumluluk kendini ait hissettiği topraklarda insana yaraşır bir ortamın sağlanması için çaba harcamaktır. Başkasını sömürmek, başkasının sırtından geçinmeye çalışmak ne yurtseverlik ve ne de vatanseverlik değildir. İnsan yan yana yaşadığı insanların hakkına, hukukuna, emeğine saygı duyarak yaşamasını öğrenmek zorundadır. İnsan sadece yaşadığı topraklara değil, yan yana aynı toprakta yaşadığı insanlara karşı da sorumludur. Yurttaşlık, vatandaşlık bilinci bunu gerektirir. Ne yazık ki, bunu gözetmeyenlerin vatanseverliği de yurtseverliği de boş sözden öteye değildir.