İnsanlığın en ilkel döneminden bu yana başkalarının sırtından geçinenler için “Kene” benzetmesi yapılır.

Başkalarının kanını emerek yaşam süren Keneler her ne kadar Kırım-Kongo kanamalı ateşi (KKKA) ile adından sıkça bahsettirse de insanlık tarihi boyunca Keneler hep varola gelmiştir. KKKA vakasına ilk olarak 1944 yılında Batı Kırım'da rastlanırken; Afrika dışında Türkiye dahil birçok Asya ve Doğu Avrupa ülkesinde rastlanan sendrom Türkiye'de ise ilk kez Mayıs 2002’de Tokat’ta ortaya çıkmıştı.

Kene ısırığı ile ortaya çıkan KKKA sendromunun ölümcül sonuçlara yol açması, Kenelerin başkalarının sırtından geçinerek yaşamlarını sürdürme gerçeğini elbette ki ortadan kaldırmıyor. En nihayetinde Kenelerin amacı başkalarına ölümcül zararlar vermek değil, çünkü Keneler beslenme içgüdüsüyle ısırıyor ve beslendiği kaynağı yok etmek gibi bir dertleri de yok.

Kimse sırtından geçindiği bir varlığın yaşamına son vermek istemez. Kendi beslendiği kaynağı mümkün mertebe son sınırına kadar kullanmak ister. Ama tabii ki, asalak bir yaşam süren Keneler için varolan kaynağın kuruması dünyanın sonu da değildir. Çünkü kanını emeceği yeni kaynak arayışı da Keneler için olmazsa olmaz bir hareket tarzıdır.

Kendi emeği ile yaşamlarını var edemeyen ve sürekli başkalarının sırtından geçinmeyi yaşam tarzı haline getirenler için Kene benzetmesi bile bazen hafif kalıyor. Çünkü insanoğlu en nihayetinde düşünen bir varlıktır ve içgüdüsel davranışların ötesinde bilinçli eylem kapasitesine sahiptir. Yani, başkalarının sırtından geçinen insanlar Keneler kadar masum da değildir.

Günümüz kapitalist dünyasının çıkar ilişkileri içinde insanların başka insanlar üzerinden, onların emeğini sömürerek geçinmesi her ne kadar insanlığın bugüne kadar biriktirdiği insani değerlerle bağdaşmasa da sonuçta Kene gibi yaşayan insanların azımsanmayacak sayıda olması da bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır.

Kendi rahatı, konforu için kolaya meyletmek bencil bir davranıştır ve söz konusu bu bencilliği bünyesinden, yaşam tarzından uzaklaştıran insan sayısı da maalesef oldukça azdır. Üretimden, çalışma yaşamından kopuk bir varlık ve konfor alanı elde etme çabası insanları asalak bir yaşam tarzına yöneltiyor. Birileri çalışsın, birileri onların sırtından geçinsin mantığı sömürücü sistemlerin temel işleyişidir. Sistemin işleyişine ayak uyduran insanlar için bunda şaşılacak bir şey yok ama toplumcu düşündüğünü, davrandığını ifade eden insanların başkalarına dayanarak, onların emeği üzerinden çalışmadan bir yaşam sürme hayalleri kurmalarını anlamak gerçekten güç.

Gündelik yaşamında emeğiyle ürettiği değerler üzerinden bir yaşam sürmeyi başaramayan insanların “toplumculuk hassasiyetleri” gerçek kimliklerini örtme uğraşının ötesinde ne yazık ki bir anlam ifade etmiyor.

Çalışmadan, üretmeden yaşama; işe gitmeden, iş yapmadan bir değer üretmeden geçinme hayali insanı bir Kene gibi yaşam sürmeye iter. Bunun lamı cimi yok. Kimse ne kendini ne de başkasını kandırma telaşına düşmesin. Çalışmadan yaşıyorsan ya çalıyorsun ya da senden önce çalınanlardan birikenlerle geçiniyorsundur. Bunun başka açıklaması yok. Birilerinde servetin, diğerlerinde sefaletin biriktiği bir dünyada sana yüklü bir miras mı kaldı ve sen onu mu tüketiyorsun? O halde senden önce başkalarından çalınanlardan birikenleri tüketiyorsundur. Eğer bir birey olarak kendi emeğinle ürettiğin bir değerden beslenmiyorsan o halde başkalarının ürettiklerinden aşırarak geçimini sağlıyorsun. Hayatta hiçbir şey ne yoktan da var oluyor ne de bir anda kendiliğinden yok oluyor. Birileri emeğiyle bir şeyleri üretirken, birileri de üretilen değerler üzerinden geçinmeye çalışıyor. Eğer birileri hazır olan değerlere göz dikerek geçim sağlamak istiyorsa Kene gibi yaşamak zorundadır. Çalmayı, çırpmayı, vurmayı, kırmayı, koparmayı mubah gören birinin ise emekçi, toplumcu bir noktada tutunmasının imkanı yoktur.

Emeksiz yemek yiyen biri başkasının ürettiklerinden besleniyordur. Eğer başkası ürettiklerini gönüllü paylaşmıyorsa da işin içine hırsızlık girer. Zorbalık ve hile ile elde edilen her şey gasptır. Ama günümüz dünyasında çalışmadan kazanmak uyanıklık olarak görüldüğü için kendini uyanık zanneden bazı tipler, çalışmadan geçinmenin yollarını arıyor.

Toplum içinde emek harcamadan geçimleri sağlanacak kesimler de vardır elbette. Henüz üretim kapasitesi gelişmeyen ya da üretimlerinin önünde fiziksel, zihinsel engelleri olan bireyler için üretilen toplumsal zenginliklerin paylaşımı insanlık değerleri içindedir. Bebeklerin, çocukların, yaşlıların, hastaların, kimi engelli bireylerin zorunlu olarak üretim dışında kalmaları ve toplumun ürettiği zenginliklerden pay almaları olmazsa olmazdır. Ancak üretim kapasitesine sahip bir bireyin emek harcamadan, üretime katkı sunmadan üretilen zenginliklere göz dikerek yaşama çabası kabul edilecek bir şey değildir.

Toplum, sırtından geçinen asalaklardan kendini kurtarmak zorundadır. Aksi durumda çalışmadan, emek harcamadan, üretime katkı sunmadan toplumdan çalmaya çalışan Keneler daha da artacaktır. Çünkü kolaya meyletmenin, hazır olanı tüketmenin dayanılmaz hafifliği insanları Kene gibi yaşamaya sevk ediyor.

İnsanlık tarihi boyunca gasp, işgal ve savaşların da kaynağı olan bu dürtüden insanlığın modern çağda artık kurtulması gerekiyor. Toplum içindeki her bir bireyin gücü, kapasitesi oranında emek sürecine katılması ve toplumsal zenginliğe katkı sunması gerekir. Sağlıklı her bireyin yapması gereken budur. Ancak ne yazık ki, toplumdan geçinen Keneler günümüz dünyasında azalmak yerine daha da artmakta, toplumsal yozlaşma ve çürümenin temeli olan asalak yaşam tarzı gittikçe yaygınlaşmaktadır. İnsanlık Kenelerden kurtulmak zorundadır. Yoksa Kenelerin istilası kaçınılmazdır.