Yaşamın her alanında üretime katılmayan her birey tüketir. Üretime herhangi bir katkısı olmayan, var olan değerleri tüketmekle gününü geçiren herkesin varacağı tek yer kendini tüketmektir.

Tüketici bireylerin karakteristik özelliğidir kendini avutmak, oyalamak… Her yeni güne yeni bir avuntuyla uyanır. Disiplinden yoksun lümpen bir yaşam tarzıyla günleri birbiri ardına tükenir. Sürekli boş hayaller peşinde koşarak, kendini dev aynasında görmeye bayılır. Sorumluluk duygusundan uzak tükettiği zamanın içinde parça parça tükendiğini hissetse de umursamazlık içinde savrulur durur.

Her şeye bir bahanesi hazırdır. Sorunu sürekli kendi dışında aradığı için suçlu hep başkalarıdır. Kendine yüklenmeyi asla istemez. Kendine toz kondurmamak için kabahati hep başkalarında arar. Kendine sevdalıdır ve her şeyin en doğrusunu bildiğini zanneder. Üstünlük taslamaya bayılır. Kendisi yerde olsa da egosu hep tavandadır. Egosunun yeteneklerinden fazlalığı onu hep yanlışa sürükler. Yıkıcı sonuçlarını yaşamadan yanlıştan dönmeyi bir türlü beceremez. Kuru inadına her daim yenik düşer. Zorluklardan kaçmayı marifet bilir, rahatına da fazlasıyla düşkündür. Hep kolaydan yanadır. Kendi gücüne dayanarak hayatta kalmak ona göre değildir. Uyanık geçinir, sürekli av peşindedir. Her şey tükense de mutlaka bir şeyler bulacağını zanneder. Boş hayallerin ustasıdır. Aklı beş karış havada olduğu için kendini olduğundan akıllı zanneder. Sürekli kurnazlık peşinde koşturur durur. Zeytinyağı gibi, mutlaka bir şekilde üstte kalma çabasındadır. Kendi yanlışlarını bile başkalarının eksiklikleri üzerine kurar. Narsist kişiliğine zerre toz kondurmaz. Dediğim dedik, çaldığım düdük yaşar durur…

Buraya kadar yazılanları okuduğunda her bir satırın kendi dışında olduğuna kendini inandırmakla meşguldü. Suyun üzerine çıkan her şeyi bastırmaya çalışıyordu. Birini tutsa diğeri elinden kaçıyordu. Her sıkıştığında yaptığı şeyi yaptı: Kendinden kaçtı… Kaçıyordu, kaçtığını sanıyordu; oradan oraya savrulan yapraklar gibiydi. Rüzgarın onu uçurmasını kendi marifeti sayıyordu. Hiçbir yere tutunamıyordu. Oyalanmak dışında elinden bir şey gelmiyordu. Sorunlarıyla yüzleşmek yerine oyalanarak avunmak ona daha kolay geliyor ve boş vermişlik içinde tükenişini seyrediyordu. Nereye gideceğini ne yapacağını bir türlü kestiremiyordu. Bildiği tek şey kolay olana meyletmekti. Kolay olanın en zor olduğunu bir türlü öğrenememişti. Sıfırı tükettiğinde batağa sürüklenmeyi marifet sanıyordu. Çözümün üretmekte olduğunu bir türlü kabul etmek istemiyordu. Üretmenin ‘aptalların işi’ olduğunu sanıyordu. Kendini çok akıllı sandığı için üretilenden, hazır olandan koparmaya çalışmak ona daha cazip geliyordu. Kolay yoldan zengin olmanın dayanılmaz hafifliğiyle titreyen bedeninin çaresizliği onu gereceklerden daha da uzaklaştırıyordu…

Hedefsizdi, karavana yaşıyordu. Boş atıp dolu tutmanın peşindeydi. Bozuk saat gibi günde 2 defa tutturduğunda onunla avunup duruyordu. Oysa gün geçtikçe daha da tükeniyordu. Yaşı da bir hayli ilerlemiş, eski gücünün yerinde yeller esiyordu. Geride kalan yıllarına hayıflanıyordu. Bunca zaman boşa mı kürek çekmişti. Bu soruyu kendi kendine defalarca sorup durdu: Boşa mı kürek çektim?

Aslında kürek çektiği falan da yoktu. Kayığı akıntıya sürdüğünün, suyun gittiği yere sürüklendiğinin gayet iyi farkındaydı. Aracını bulduğu her yokuşta boşa alan sürücü gibiydi. Kendinden harcamadan ne kadar gitse onu kar belliyordu. Düze indiğinde ise duran aracını bir başka yokuşa kadar ittirecek birilerini bulma telaşındaydı. Mağduru oynamak işine geliyordu. Yokuş aşağı sal gitsin, düzde enayiler sağ olsun, geçinip gidiyordu. Ama hayatta her zaman “papazın pilav yemediğini” de yaşayarak öğrendi. Tüketmişti, her şeyi tüketmişti. Artık ne yolda iniş ne de düzde ittirecek enayiler kalmıştı. Ya kendi emeğiyle üretime katılacak ya da tükenişin son demine yuvarlanacaktı.

Tükenişin son deminde ne yaptığını bilen olmadı. Son gittiği yerin yollarını koşarak mı kaçarak mı adımladığı da bir muammaydı. Bir tek kendisi attığı adımların onu nereye götürdüğünden emindi. Tükenişin son deminde hayata üreterek karışmak son şansıydı…